- 23.01.2017 00:00
Geçen günkü yazıya da aynı vurguyla başlamıştım. 20 Ocak günü Türkiye’de cumhurbaşkanlığı sistemi Meclis’ten geçerken, ABD’de de Trump, Obama’dan bayrağı devralıyordu. NATO’nun iki büyük müttefikinde ciddi siyasi gelişmelerdi bunlar. Tıpkı 19. Yüzyıl’da olduğu gibi “Katı olan her şey buharlaşıyor”du. Bunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Shakespeare’in Hamlet’inde Danimarka üzerinde dolaştığını ifade ettiği gibi, dünyanın üzerinde de hayaletler dolaşıyor ve birbirileriyle amansızca kapışıyorlar.
20. Yüzyıl’ın dünya düzeni artık cüssesini taşıyamıyor.Çok fazla adaletsizlik, çok fazla riya ve çok fazla acı var. Dünyanın taşıyabileceğinden çok fazla… Gerçi dünya geçmişte bu konuda maharetini göstermiş ve gerekirse ne kadar gerçeküstü bir yer olacağını ispat etmiştir. Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” demesi boşa çıkmış, insanlık büyük kıyımlarla şiir yazmayı birlikte sürdürebilmiştir.
Hiçbir şey olmamış gibi yeniden başlamak barbarlık, kayıtsızlık veya insanlıktan çıkmak mıdır, yoksa varoluşa her şeye rağmen izzet sunmak mıdır bilinmez. İkisini de iddia etmek mümkündür. Ama eğer yaşıyorsak, kararlar almamız, tutumlar belirlememiz gerekir. Doğrudur; bir insan katledildiğinde, bir katliam yaşandığında dünya bir önceki günkü dünya değildir artık. Bunu bilmek hikmet gereğidir. Ama dünya eğer dönmeye devam ediyorsa, o dünyanın yeniden kurulması meselesi karşımıza dikilir. Yani hiçbir şey olmamış gibi devam etmenin kendisi Adorno’nun dediği gibi olsa gerek, ahlaksızcadır. Ama olan şeyin olduğu anda donup kalmak da insanı farklı bir yere taşımaz.
Şimdi elimizde hâlâ dönen bir dünya var. Bu dünyanın bu yüzyılda nasıl bir yer olacağına dair kavga ülkemiz merkezli şiddetli şekilde yaşanmaya devam ediyor. Bu kavga insana dayanılmaz yükler veren, kaçıp saklanma güdüsünü de doğuran bir baskıya haizdir. Bunu ayıplamak doğru da değildir. Ama ne hissettiğimizden çok, nasıl davrandığımız, kararımızın ne olacağıdır bizi biz yapan.
Duayen tarihçi Halil İnalcık bu konuda şöyle diyordu:
“Kötümserlik korkaklıktır. Büyük milletiz biz. Türkiye büyüktür. 1500 yıllık bir tarihimiz var. Canımızla, başımızla bu büyüklüğü devam ettirmeliyiz. Bırakıp kaçmak ihanettir bence. Eğer noksanlar varsa gidermeye uğraşmalıyız. Bu devletin tarihine yakışır şekilde yaşamalı ve çok çalışmalıyız.”
Doğru tutum budur. Sevgili Hrant Dink de “Sahte cennetlere kaçmanın” ne kadar yanlış bir tutum olduğunu ifade ediyordu. Ülkemiz asla bir cehennem değildir. Sorunları vardır, her ülke gibi… Bugün vardır, yarın da olacaktır. Ama sorunlarını çözebilme kapasitesine sahip bir aziz milleti de vardır. Bizi 15 Temmuz’da Suriyeleşmekten koruyan bu tarihi bilinçtir. O nedenle ümitli olmak için çok nedenimiz var. Cennet gibi bir vatanımız var. Bizim vatanımız o… Bizim evimiz. Bizi biz yapan, biz gibi yaşamamızı sağlayan, uğruna çok bedel ödenmiş, değeri hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak olan kuluçkamızdır o.
O yüzden vesayet taraftarlarının imtiyaz kaybı ve kibirle yaymaya çalıştıkları, aslında bundan nörotik şekilde haz aldıkları karamsarlığa teslim olmayalım, gerçeği bükmelerine izin vermeyelim. Bu birer Pollyanna’ya dönüşme, gerçekleri, sorunları yok sayma teklifi de değildir. Sorunlarımız var ve bir bir aşıyoruz. Özgüvenimiz yerine gelmiştir. 1. Dünya Savaşı’nın üzerimize serptiği ölü toprağı silkelenmektedir. Önümüzde parlak bir gelecek, bu geleceği yaratma yolunda kararlı milyonlarca bilinçli yurtsever vatandaşımız var. Türk’ü, Kürt’ü, Sünni’si, Alevi’si, müslimi ve gayrımüslimi ile, bu ülkede kim yaşıyorsa, üst kimliğimiz ortak vatan sevgimizdir.
Hasılı, hayaletler bizi yenemez. Biz nasıl istiyorsak Allah’ın izniyle gelecek öyle şekillenir.Önemli olan kenetlenme ve evin içini derleyip toparlama hikmetini sergilemektir. Bunu 15 Temmuz’da tüm dünyaya gösterdik. Sadece ülkemize sahip çıkmadık, tüm mazlumların da ümidi, rol modeli olduk.
Gelecek bizimdir.
Yorum Yap