- 27.11.2011 00:00
“Birer lağımcıyız biz. Tıkanan kanalları, sıkışan dirsekleri açacağız. Çünkü sifonu ne kadar çeksek de, pislik yukarı çıkıyor. Artık temizlik vakti. Artık arınma vakti...”
Böyle bir cümle kurmuşum Şimdi’nin Dar Odası’nda, metinlerarasındalıktan da faydalanarak...
Roman şu paragrafla başlıyor...
“Geçmişi olmayan bir insan olmak...
Bu takıntı yeni değil...
İsteyerek ve bilerek edinilmiş değil bu hastalık. Biz Doğulular ve biz Anadolulular, daha çok Şimdi’nin Dar Odası’nda yaşar, farenin kediden, kedinin köpekten korktuğu kadar korkarız geçmişten. Belirli olan geleceğin belirsizliğidir ama, adı ‘geçmiş’ olan o kara dulun utanmazca gölgede kalması, biz sahipsiz ademoğullarının taşıyacağı bir yük olmamıştır asla...”
Ve şöyle devam ediyor o paragraf...
“Başlangıçta Söz vardı...
Ancak insanların sırtlarında birer kambur gibi taşımak zorunda oldukları bir geçmişleri yoktu. Mazi, bir su birikintisi gibi üzerine kimin silueti düşerse onun resmini yansıtıyor. Bir açıyor, bir kapıyor, bir soluyor, bir gülüyor... Köşe kapmaca oynayan bir yosma, bir eski zaman tapınak fahişesi gibi, bir onun oluyor, bir bunun... İnsanları ağına düşürmeyi bir ibadet sayıyor. Gözü dönmüş, azgın ve homurtulu bir kalabalığın arasında tek başına dolaşan bir bakire gibi, sayısız zorbanın koynuna girip yine de kızoğlankız kalıyor. Geçmiş, güce saygı duyuyor; güçlülerin önünde cilve yapıyor. Utanmazca, bir ona sunuyor kendisini bir buna, ama kimsenin malı olmuyor yine de...
Belki bunda bir hikmet vardır.”
İnsanların çoğunun içine düştüğü büyük bir yanılgıdır geçmişin değiştirilemez bir şey olduğu. Geçmişi değiştiremediğiniz için de intikam ateşi hep harlı yanar yüreklerde. Telafi edilemez durur her şey ve sadece size yapılanların intikamını alabilecek gibisinizdir.
Çoğunlukla intikam almaya gücünüz, imkânlarınız yetmez, önce kendinize, sonra da aile, eş ve dosta hayat boyu kan kusturursunuz. Yaşadığınız bu anksiyetenin adını koymaktan dahi aciz halde.
Evet, henüz zamanda geriye giden bir makinemiz yok. İçime öyle doğuyor ki, bu makineyi bizim nesle de yetiştiremeyecekler, tembeller!
Ama olsaydı, eğer biz geçmişe gidebilme, hadi benden de bir bonus, bugünkü bilgilerimizle geçmişe gidebilme imkânına sahip olsaydık...
Anlamlı bir değişiklik olmayacaktı, emin olunuz.
Çünkü oraya kendimizi de götürecektik.
Geçmiş takıntısı, hayatın bir bölümünde iyidir, kendi arkeolojinizi yapmanız gerekir, ama belinizdeki ipten daha derin bir kuyuya inerseniz, geçmiş sizi hapseder, ömür boyu orada kalırsınız.
Modern ve sapına kadar ataerkil dünyanın bize öğrettiği zamanın doğrusal olduğudur, penis gibi... Onu dik tutacak kanı “madun”dan sağlar “muktedir”, bol bol kan akıtır, dik durmak için, ama hep yan yatar, en nihayetinde, kader...
Zaman doğrusal değildir.
Zaman rahim gibidir, dişidir. İçi içine döner, arada, yukarı, dikey bir hareket yapar. Aynı anda pek çok boyutu yaşarız, adını “şimdi” koyarız. Daha doğru olanı budur.
Evrende solucan delikleri var biliyorsunuz. Aklınızın almadığı o uzaklıklar, bir kâğıdı ortasından katlayıp, üstünden bir delik açtığınıza, yanı başınıza taşınabilir. Evet, aynı şey değil ama, geçmiş değiştirilebilir.
Sizi bugün tutsak eden yanlış bilgileri düzelterek geçmişe bakmaya hazır mısınız? Soru bu...
Üstelik bu iş o kadar karmaşık ki, insan haksız olmayı sindirebildiği kolaylıkla, haklı, mağdur olduğunu sindiremiyor içine.
Çünkü insanın içindeki adalet duygusu haksız olmayı uzun süre taşıtmaz; ama kibir, mağdur olduğumuz gerçeğini daha uzun süre bastırmaya muvaffak olur.
Bir insan, bir millet, üstelik geçmişi bu kadar unutturulmuş, anılarına bu kadar tecavüz edilmişler olarak, bizi aslında bugüne taşıyacak, sağaltacak bir tarafsızlıkla, geçmişle karşılaşmaya hazır mıyız?
Hazır mıyız, hazır mısınız, hazır mıyım bilemem, ama bu olmadan, huzur gelmeyecek.. ne yüreklere, ne de bu ülkeye. Yine romandan bir alıntıyla kapatayım o zaman bu pazarı...
“Dilinizin ucuna damlatmaya başladığım bu şarabın tadı daha şimdiden sert geldiyse size, içine su katmak sizin elinizde... Şarabımız her ne kadar yıllanmış gibi dursa da, bu yaptığımız aslında yeniden mayalamak onu. Yeniden ezmek üzümleri ve yeniden damıtmak, damla damla. Katakompların zifiri karanlığında gizlenmiş eski tulumlar, içlerine dolduracağımız taze şarapları bekliyor.
Bizim işimiz de bu değil mi? Eski tulumlara taze şarap doldurmak...”
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap