- 9.02.2016 00:00
Geçen yazılarda ülkenin/milletin bütünlüğü konusunda, (burada tüm alt kimliklerin, onaylayıp tabi olduğu bir üst kimliği ima ediyorum) ciddi bir sorunumuz olduğundan bahsetmiştim.
Bu duruma sığ/ideolojik bir yaklaşımla “kutuplaşma” adını verdiler ve bundan AK Parti’yi sorumlu tuttular. Yani 2002’ye kadar böyle bir sorunumuz yoktu da, dindarlar ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra cennetten cehenneme düşmüştük.
Onların kutuplaşma/diktatörlük diye yansıttıkları şeyin tercümesi küçük burjuva nefretidir. Sorduğunuzda eşitlikten bahsederler. Hatta başkalarıyla eşit olmanın ihtimal halini de sempatiyle karşılarlar. Lakin eşitlik ihtimal olmaktan çıkıp olgu haline geldiğinde faşistleşirler. Gezi de olanın temelinde bu sınıfsal cehalet ve kibir vardı. Geçerli bir nedenleri olmadığı için de sönüp gitti zaten.
Son günlerde güya muhafazakar dostu “demokrat” kalemlerin uyduruk/kibirli ve aslına rücu eden analizlerini okuyorsunuz. İşte “ihtimal halinden çıkmış eşitlenmeye” dönük bir kibir patlaması örneği.
Muhafazakarlara akıl satma konusundaki becerilerini, yani mühendislik güçlerini kaybettikçe, çok daha pespayeleştiklerini göreceksiniz. Sonları “bir profesör ile dağdaki çobanın oyu bir olur mu?” diyen manken kızımızın yanı olacak.
Ama benim bahsettiğim şey bunlar değil.
Bahsettiğim konu AK Parti’nin çok öncesine uzanıyor ve hayati. Ülkeye uygulanan böl/yönet mühendisliğinin, bu mühendisliğe eşlik eden ayrımcı şiddet pratiklerinin, her toplumsal kesimin ülkeyi algılama biçmini bozduğunu, bir parça devlete ve ülkeye karşı tepki biriktirdiğini görüyoruz.
Yani üst kimliği tam oluşmamış bir ülkede yaşıyoruz.
Düne kadar sinide yemek yiyen devletten geçinmeliler elitleşti, Kürt, Alevi, dindar, gayrımüslim diye ötekileştirilenler de gettolara kapandılar. İktidar elitlerin tekelindeyken “Türküm doğruyum” tahakkümüyle bir üst kimlik yaratılmaya çalışıldı; suni/dışlayıcı olduğu için tutmadı, attı.
İnsanlar, kendilerini temsil etmeyen, kavramayan bir üst kimlik dayatması ile çok güçlü bir dayanışmanın yaşandığı alt kimlik üretim gettoları arasında asılı kaldı.
İlginç biçimde, dindarların ülkeyi yönettiği son 15 yılda hayata küsen beyaz Türkler de ulusalcı üst kimlik tulumunu sıyırıp, pkk, dhkp-c, sözcü, nihilist vs. mahallelere sempatiyle alt kimlik oluşturmaya itildiler. Bu süreci CHP’ye operasyon yaparak Kılıçdaroğlu ile hızlandırdılar.
Bu kötücül mühendislikle insanların geçmiş travmalarını azdırmaya kendilerini adadılar. Özellikle Kürtler, Aleviler, beyaz Türkler, kentli kadınlar, gayrımüslimler, yani AK Parti tabanı dışındaki kesimlerin duygularına, hassasiyetlerine dönük bir “nefret oyunları” kurgulandı. Böylelikle insanlar Adem ve Havva’dan itibaren ne yaşanmışsa bunu Erdoğan’dan bilmeye yönlendirildiler.
Bu kötücül tercih, zaten zayıf olan toplumsal kesimler arasındaki ortak vatan/ortak gelecek konsensusunu kırmak ve buradan bir darbe çıkarmak içindi.
Ülke tüm bu mühendisliklere rağmen bir iç savaş girdabına sürüklenmediyse, dindar Türk ve Kürtlerin sağduyusu/demokratlığı sayesinde oldu bu. “Eğitimli CHP’li, cahil AK Partili”’türünden ahmakça analiz kadanlar da bunu gayet iyi bilmekteler.
Hasılı, işte şimdi halletmemiz gereken şey, herkesin üzerinde yer bulacağı bir zemin, bir üst kimlik yaratmak olmalı.
Bu mesele, kritik bir seçim öncesi cemaatçileri içerecek türden “Başka Türkiye yok” ve “CHP ile koalisyon” kurnazlıkları ile olacak şey değil.
Daha sonra genişçe yazacağım, ama son cümleyi buna ayırarak yazıyı kapatayım:
Üst kimlik kurma gerekliliği ile AK Parti’yi CHP’lileştirmek arasında büyük fark var.
İlki gereklilik, ikincisi ülkeyi Suriyelileştirecek pis bir oyun. Çünkü bu ülkenin bütünleşmesini/bölünmemesini sağlayacak tek güçlü aktör Erdoğan ve onun yüzde 55’lik tabanı.
Geri kalan kesimler rehin alınmış çoktan.
Erdoğan ve seçmenine de bu yüzden saldırıyorlar.
Yorum Yap