- 23.10.2011 00:00
Pazar günlerinden nefret etmekle başlar bireyleşmek.
Pazar günlerinden nefret etmemiş, pazartesiye, o en sivri güne bir kurtarıcı gibi sığınmamış insan az tanırım.
Pazar, tutsaklığın katı halidir. Gerçek hayatınızla yüzleşirsiniz. O kutsal evde, tutsak yaşamaktadır insan. İstediği hayatı kuramamıştır.
Jerusalem’in başına, Ang Lee’nin Ice Storm filminde, izlediğimde “Budur” dediğim o parçayı koydum. Lee de, Fantastik Dörtlü adlı dönemin ünlü bir Amerikan çizgi romanından alıntılamıştı. Şöyle tanımlıyordu aileyi...
“Read Richards, karşıtmadde silahını, Annihilus’ın canlı bir atom bombasına dönüştürdüğü oğluna karşı kullanmak zorundadır. Bu kötü durum Fantastik Dörtlü için son derece sıradandır, çünkü onlar diğer süper kahramanlara benzemez. Bir aile gibidirler; ne kadar güçlenirlerse, fark etmeden birbirlerine verecekleri zarar da artar. Fantastik Dörtlü’nün özü de budur. Aileniz sizin karşıt maddenizdir. Aileniz içinden çıktığınız ve ölünce geri döneceğiniz boşluktur. Bu bir paradokstur. Siz ne kadar yakınlaşırsanız, içine düşeceğiniz boşluk da o kadar derinleşir.”
Anlam tamamlasın diye Neruda’nın pazartesi tasvirini da alalım bir.
“Bu yüzden ışıldıyor Pazartesi günleri
o zindansı yüzümle beni görünce,
kırık bir tekerlek gibi geçip giderken
ılık kan yolları uzatıyor geceye...”
Ben bireyleştiğimi ve mutlu bir adam olduğumu pazar günlerinin hayatımda sıradanlaştığını fark edince anladım, daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldım. Mutlu olmak havalı bir şey değildir ya.
Sadece suçluluk duyduğum için pazar günleri kiliseye gitmek, bir sürü suçluluk hissini sunağa daha bırakır bırakmaz, yenilerini fazlasıyla yüklenmek ve eve dönmek. Sonra kötü bir öğle uykusu, kâbuslar vs, yıllar boyu...
Ben bir aşk çocuğuyum. Annem yıllar sonra bana “O zamanlar bana bir gâvurla evleneceğimi söyleselerdi, hayatta inanmaz, hatta kızardım” demişti. Gâvur olan oğluna bunu bu kadar açık yüreklilikle söylemesi bana çok özel gelmişti.
Babam yakışıklı ve çapkın bir herif olduğu için maşallah BM gibiydi. Ama anneme âşık olmuştu. Bütün riskleri alarak onunla oldu, ben oldum kardeşim oldu. İyi oldu bence.
Annem, kendisi yüzünden cemaatte başı çok ağrıdığında “İstersen dinimi değiştireyim” demiş de, babam “Ben seni böyle sevdim, orijinalliğin bozulur, lüzumsuz” demiş ona.
Aşk böyle bir şey herhalde. Zaman zaman mantık zehirlenmesi yaşayan bir kovayım ve bu şeyler bir yandan çok uzak bana.
Anne ve babamın bu sevgi pıtırcığı durumlarına rağmen, aile, çook zor bir yerdi benim için. Otorite, bağlılık deyince birden tırnaklarım çıkıveriyor. İnsanın çekirdeğini parçalayan bütün mekanizmaları var ailenin. Çekirdeğime kimse giremez.
Babamın veliahdıydım ve o zamanlar söylemesi ayıp, çok zengindik. Tek erkek çocuk... Babam bana baktığında, kendi geçmişinin tüm kayıplarının giderildiği yeni versiyonunu görüyordu. Bu çok normal.
Beni evden gönderdiklerinde savaş başladı.
Ölene kadar da onunla savaştım.
Shakespeare’in dediği gibi, oğullar babalar öldükten sonra yükselir.
Onun için tam bir hayalkırıklığıydım başta. Sözünü dinlemeyen, ilk şiirini yaşlı bir dilenci için sekiz yaşında yazan ve panikle psikiyatra götürülen bir “freak” olarak, tam bir mutsuzluk kaynağıydım ona. Sonra gittikçe bir teröriste dönüştüm. Sürekli yıkıcı şeyler yapıyordum. Başım hep beladaydı.
Ergenlikte taktik değiştirdim. Bilerek munisleştim. Bir de onları çok seviyordum. Babam yaşlanmış, hastalanmış ve fakirleşmişti. Bana ihtiyacı vardı.
Muhtaçta olana vurmak kalleşliktir.
Yeni taktiğim onun alanında daha iyi olmaktı. Böylelikle hem onlara destek olmuş olacak, hem de babamın defterini dürecektim. Yaptım da, nefret ettiğim halde, ticareti ondan daha iyi becerdim. İşi elinden tamamen aldım. Bu onun hem hoşuna gidiyor, hem de bana yeniliyor olmaktan mutsuz oluyordu. İkimiz de çok hırslıydık ve o benden daha önce ölecekti. Bunu hazmedemiyordu. Beni çok sevmese hayat onun için daha çekilir olacaktı.
Ama birbirimizi o kadar çok seviyorduk ki! Kokusu hâlâ burnuma geliyor. Bana sarıldığında kokumu öyle bir çekerdi ki içine, eksildiğimi hissederdim, çok hoşuma giderdi ama.
1995’te öldü. Ölene kadar, uzun hastalık döneminde ona bir evladın verebileceği her şeyi verdim, sağlığım dâhil. Ama öldüğünde, yalan mı konuşayım, üzüntüm de, savaş da bitmişti artık, rahatladım.
O öldükten sonra hayatımı birkaç senede kökünden değiştirdim. Tamamen kendi istediğim bir hayat kurdum. Kurmasam olmazdı. Planım bunu o hayattayken yapmaktı, ama nasip olmadı. Ama o benim rahat durmayacağımı biliyordu zaten, tahmin etmiştir.
Veçhelerden biri de budur. Pazar günlerinden nefret etmekle başlar bireyleşmek ve onunla barışmakla tamamlanır.
Ve bunlar hayatın içinde yaşanan çok ama çok sıradan şeylerdir.
İyi pazarlar. “Bu yüzden ışıldıyor Pazartesi günleri o zindansı yüzümle beni görünce, kırık bir tekerlek gibi geçip giderken
ılık kan yolları uzatıyor geceye…”
Ben bireyleştiğimi ve mutlu bir adam olduğumu Pazar günlerinin hayatımda sıradanlaştığını fark edince anladım, daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldım. Mutlu olmak havalı bir şey değildir ya.
Sadece suçluluk duyduğum için Pazar günleri kiliseye gitmek, bir sürü suçluluk hissini sunağa daha bırakır bırakmaz, yenilerini fazlasıyla yüklenmek ve eve dönmek. Sonra kötü bir öğle uykusu, kabuslar vs, yıllar boyu…
Ben bir aşk çocuğuyum. Annem yıllar sonra bana “O zamanlar bana bir gavurla evleneceğimi söyleselerdi, hayatta inanmaz, hatta kızardım” demişti. Gavur olan oğluna bunu bu kadar açık yüreklilikle söylemesi bana çok özel gelmişti.
Babam yakışıklı ve çapkın bir herif olduğu için maaşallah BM gibiydi. Ama anneme aşık olmuştu. Bütün riskleri alarak onunla oldu, ben oldum kardeşim oldu. İyi oldu bence.
Annem, kendisi yüzünden cemaatte başı çok ağrıdığında “İstersen dinimi değiştireyim” demiş de, babam “Ben seni böyle sevdim, orijinalliğin bozulur, lüzumsuz” demiş ona.
Aşk böyle bir şey herhalde. Zaman zaman mantık zehirlenmesi yaşayan bir kovayım ve bu şeyler bir yandan çok uzak bana.
Anne ve babamın bu sevgi pıtırcığı durumlarına rağmen, aile, çook zor bir yerdi benim için. Otorite, bağlılık deyince birden tırnaklarım çıkıveriyor. İnsanın çekirdeğini parçalayan bütün mekanizmaları var ailenin. Çekirdeğime kimse giremez.
Babamın veliahtıydım ve o zamanlar söylemesi ayıp, çok zengindik. Tek erkek çocuk... Babam bana baktığında, kendi geçmişinin tüm kayıplarının giderildiği yeni versiyonunu görüyordu. Bu çok normal.
Beni evden gönderdiklerinde savaş başladı.
Ölene kadar da onunla savaştım.
Shakespeare’in dediği gibi, oğullar babalar öldükten sonra yükselir.
Onun için tam bir hayalkırıklığıydım başta. Sözünü dinlemeyen, ilk şiirini yaşlı bir dilenci için sekiz yaşında yazan ve panikle psikiyatriste götürülen bir “freak” olarak, tam bir mutsuzluk kaynağıydım ona. Sonra gittikçe bir teröriste dönüştüm. Sürekli yıkıcı şeyler yapıyordum. Başım hep beladaydı.
Ergenlikte taktik değiştirdim. Bilerek munisleştim. Bir de onları çok seviyordum. Babam yaşlanmış, hastalanmış ve fakirleşmişti. Bana ihtiyacı vardı.
Muhtaçta olana vurmak kalleşliktir.
Yeni taktiğim onun alanında daha iyi olmaktı. Böylelikle hem onlara destek olmuş olacak, hem de babamın defterini dürecektim. Yaptım da, nefret ettiğim halde, ticareti ondan daha iyi becerdim. İşi elinden tamamen aldım. Bu onun hem hoşuna gidiyor, hem de bana yeniliyor olmaktan mutsuz oluyordu. İkimiz de çok hırslıydık ve o benden daha önce ölecekti. Bunu hazmedemiyordu. Beni çok sevmese hayat onun için daha çekilir olacaktı.
Ama birbirimizi o kadar çok seviyorduk ki! Kokusu hala burnuma geliyor. Bana sarıldığında kokumu öyle bir çekerdi ki içine, eksildiğimi hissederdim, çok hoşuma giderdi ama.
1995’te öldü. Ölene kadar, uzun hastalık döneminde ona bir evladın verebileceği her şeyi verdim, sağlığım dahil. Ama öldüğünde, yalan mı konuşayım, üzüntüm de, savaş da bitmişti artık, rahatladım.
O öldükten sonra hayatımı birkaç senede kökünden değiştirdim. Tamamen kendi istediğim bir hayat kurdum. Kurmasam olmazdı. Planım bunu o hayattayken yapmaktı, ama nasip olmadı. Ama o benim rahat durmayacağımı biliyordu zaten, tahmin etmiştir.
Veçhelerden biri de budur. Pazar günlerinden nefret etmekle başlar bireyleşmek ve onunla barışmakla tamamlanır.
Ve bunlar hayatın içinde yaşanan çok ama çok sıradan şeylerdir.
İyi pazarlar.
markaresayan@hotmail.com
Yorum Yap