Muhafazakârlara sabır dilemek…

  • 6.04.2015 00:00

 Gezi krizinde çok ciddi bir riskle karşı karşıya kalmıştık. 2013 haziranında, Türkiye siyaset zemininin kırılması tehlikesiyle yüz yüze geldi. Beyaz Türklerin sokağa inmesi, CHP’den ümidin kesilmesi ve kendilerine dair siyaset zemininin kırılması anlamına geldi. Denklemin karşı tarafındaki muhafazakârlar da bu davranışı tekrarlasa, bu bir tür Ukrayna, Mısır olmak demekti. Erdoğan, şantaja taviz vermeyeceğini belli etti ama kendi siyasi zeminini de korudu. Tabanında biriken öfkeyi ustalıkla sandığa kanalize etti. Laikçi ayaklanma, öfkenin altı boş ve apolitik olduğu için daha ileri gidemezdi. Tüm çabalara rağmen, bu apolitik momentuma Kürt veya Alevi sorunu bindirilemedi. Tehlike atlatıldı.

AK Parti’nin kendi tabanı açısından güçlü siyaseti bir yanda, diğer yanda ise çözüm süreçleri ile siyasi zemine yerleşmeye çalışan bir PKK/HDP hareketi vardı. MHP tüm sertliğine rağmen siyasi zeminde kalmaya kararlı Devlet Bahçeli liderliğine sahipti. Üstelik AK Parti tabanı ile sosyo/ekonomik olarak özdeş olan MHP seçmeni son 10 yıllık süreçten genel anlamda memnundu. Ancak CHP ve laikçi/ulusal kesimler açısından durum felaket boyutunda antisiyaset/depresyon yönünde ilerliyordu.

Sorun “siyasal tatminsizlik” olarak özetlenebilirdi. Bu tatminsizliğin rasyonel ve ahlaki boyutlarından bağımsız olarak, CHP tabanı genel olarak sürecin kendileri aleyhine işlediğini, ancak CHP tarafından etkili bir biçimde savunulamadıklarını hissediyorlardı. Hatta CHP seçmeninin, partilerinin zayıflığını bir aşağılanma olarak gördükleri hemen fark ediliyordu. Erdoğan’ın güçlü liderliği tabanı için ne kadar rahatlatıcı ise, Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığı o denli aşağılayıcı bir etkendi.

Tabii, ülkedeki beyaz Türklerin son durumu CHP veya Kılıçdaroğlu üzerinden okunmakla anlaşılır olamazdı. Birbirine karşıt konumlandırılan laikçiler ile muhafazakârlar, bir kriz üretecek şekilde denkleme yerleştirilmişlerdi. Bu 250 yıllık modernleşme hikâyesinin tüm anormalliklerinin yarattığı bir dengesizlik durumuydu ve dengeyi bugüne değin muhafazakârların, Kürtlerin vd. haklarına sahip çıkamaması sağlamıştı. Merkeze yürüyüş önünde sonunda başladı ve ertelenmiş çığ üzerimize düştü.

Bu manada kutuplaşmanın analizi son derece yanlış yapılıyor olsa da, tarihsel çelişkinin genel halk kitlelerinin lehine düzeltme yapıyor olmasının gerilim yarattığı doğruydu. Bu noktada, kutuplaşmanın analizi araçsallaşınca, çözümler de araçsal bir nitelik kazandı ve kutuplaşmayı arttırıcı sonuçlar verdi.
Radikal Demokrasi kuramcısı Chantal Mouffe, toplumsal sorunların müzakere ile çözüleceği iyimserliğinin bir yanılsama olduğunu ifade eder. Her tür sorunun tarafların müzakere ederek ulaşacağı bir iyi sona bağlanması teklifi, çoğunlukla bir teklif olarak kalır. Hayatla uyumsuzdur. Hayatta sorunlarımızı sürekli birbirimizle öpüşüp barışarak değil, çıkarların çatışması ve dengelenmesiyle çözeriz. Müzakere teklifleri ise aslında toplumun diriliğini, çoğulculuğun ve siyasetin doğasını reddeder. Kürtajın hak olduğunu iddia edenle, günah olduğunu iddia eden grubun çatışması (antagonizma) muhtemelen sonsuza kadar devam edecek (belki de etmesi gereken) bir konudur ve bu grupların bir nihai uzlaşıda buluşmaları beklenemez. Ama bu böyle diye birbirimizi öldürmemiz de gerekmez. Ancak çoğulcu bir topluma özgü “farklılıkların tanınması” pekâlâ mümkündür. 

Yani çatışmalar ve farklılıklar demokrasinin temelidir.
Mouffe/Laclau, bu durumda, siyasetin doğasına daha uygun olarak çatışmaların Habermasçı bir uzlaşı arayışıyla ortadan kaldırılmasını değil, siyasi alana taşınabilmesini önerir. Mouffe, çatışmaların siyasi alana, söyleme yansımasına ise (Mesela o çok dert edilen Erdoğan’ın söylemi) kutuplaşma değil, agonizm adını verir. Böylelikle görünür olan, siyasi dile kavuşan çatışmalar, şiddet pratiklerinin temelini oluşturan gizlilikten kurtulur, siyasal alanda kendisine bir temsil/söylem alanı bulur. 

Carl Shmitt’ten aldığı dost/düşman kavramlarını kendi tezine uyarlar ve antagonizmanın düşmanlar (şiddet), agonizmin ise hasımlar (siyaset) arasında gerçekleşen ilişki biçimine denk düştüğünü ifade eder. Yani aslolan düşman ilişkilerini, hasım ilişkisine çevirmek ve bunları siyasi alanda karşı karşıya getirmektir. O ülkenin demokrasisinin gücü ise bu ilişkileri düzenleyecek etik/politik bir prensipler dizisinin herkesin riayet edeceği bir seviyeye ulaşmasındadır.

Geçenlerde konu edindiğim T24’ün Mouffe ile yaptığı söyleşide gülünç duruma düşülmesi, Türkiye’de düşman siyasetini temsil edenin AK Parti değil, beyaz Türkler/CHP’nin oluşunun ters yüz edilmesi çabası nedeniyledir. AK Parti’den kutuplaşmayı bitirmesini isteyenler öncellikle hem yanlış özneye konuşuyor, hem de onlara aslında hakları için mücadele etmekten vaz geçmelerini teklif ediyorlar. Hasılı, Türkiye muhafazakarlarının “hasımla siyaset yapma” olgunluğuna çoktan eriştiğini hem görmüyor, hem de bunun demokratik değerini algılayamıyorlar. 
Hepimizin üzerinde ciddi ciddi düşünmesi gereken konu, CHP’de temsil edilen Beyaz Türklerin muhafazakârları bir düşman değil, bir hasım olarak görmesinin, böylelikle siyasete dönmelerinin nasıl sağlanacağıdır. 
Bu manada muhafazakârlara daha fazla yük bindirmek yerine onlara sabır dilemek daha gerçekçi görünüyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums