Ah Descartes ah!

  • 30.11.2014 00:00

 Descartes’ın yatacak yeri yok… Ortaya öyle bir soru atıp gitti ki, o günden beri en azından rasyonalistlerin/(A)kılcıların huzuru bir türlü yerine gelmiyor.

Epistemoloji’nin babası Descartes, “sarsılmaz ve mutlak bir kesinlik kaynağı” bulunmadığı sürece, kesinliğin de, gerçekliğin de olanaksız olacağını iddia ederek yola çıktı. Cevabı bulduğuna inanmasa bu soruları yine de sorar mıydı, bilinmez.

Din/darlar ise evrenin merkezine Allah’ı koyuyor, sadece hayat ötesini değil, bu dünyayı da aynı hakikat üzerinden inşa ediyor/lardı. Kutsal kitaplar, vahiy, dua, oruç, mucizeler, yardımseverlik, cemaat, adalet adına mücadele, sosyal yaşamı düzenleyen ortak ahlak.. tüm bunlar kesinlik ve gerçekliğini, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın kendisinden alıyordu. İnsanlar Allah’ın varlığına dair tam kesinlik içinde mutlu/huzurlu/anlamlı bir hayat sürebiliyor, bir cemaatin içinde kendilerini sürgünde ama güvenli hissedebiliyorlardı.

Allah’ın mutlakıyetini reddedenlerin “(B)ilim/(A)kıl bize tüm cevapları verir” diyebilmeleri için, başka bir mutlak kesinlik kaynağına yaslanmaları gerekiyordu. Descartes kendine güvenle biraz daha açıldı: “Tam kesinlik ulaşılabilir bir keyfiyet midir? Eğer öyle ise, Allah dışında bir kaynağı, özü var mıdır? Varsa bu nerede ve nedir?"

Ve biraz daha…

Eğer “tam kesinlik” ulaşılabilir değil ise, bilgi konusunun aşkın/mutlak anlamlarını bir kenara bırakıp, yola sadece bilebileceğimiz pratiklerle ve sadece o pratiğin özelinde konuşmaya devam ederek devam edilmesi gerekmez mi? (Düşünüyorum, o halde varım.) Hiçbir pratiğin de bir genellemeye varması beklenmemeli, hatta varmamalıdır. Denemediğimiz hiçbir şey hakkında ahkâm kesemeyiz.

Bu durumda (B)ilimin kendisi de, “nihai kaynak” anlamında temelsiz oluyordu ve bir bilim ütopyasından daha fazlasını ifade etmiyordu. Descartes’ın iç/dış gerçeklik, bilgi kuramı ve maddenin özün bir devamı olduğu gibi cevapları kendisini tatmin etmiş olabilirdi ama başkalarının kaçan huzuruna deva olamadı.

Edmund Husserl bu huzursuzluğu gidermek için Allah yerine “Aşkın bilincin” varlığını (Fenomenoloji) bina etmeye çalıştı ama bu indirgeme açıkçası kimsenin içine sinmedi. Kolakowski’ye göre de, bunu yapabilmesi için insanı tüm geçmişinden, tarihsel göreceliliklerden, geleneklerden azade olarak, eski bilinci sıfırlayarak yola çıkabilmek gerekirdi ki, bu mümkün değildi. “Dış dünyanın, hiçbir dönüşüm geçirmeden odak noktamıza saf haliyle düşeceği düşünsel bir ara boşluk bulunamaz” diyor Kolakowski. “Kesinlikle” katılıyorum.

İnanca karşı küçümseyici, yok sayıcı ve tabii ki kıyıcı rasyonel tavrın özünde kendine içkin bu şüphe/zaaf bulunmaktadır.

Ama en nihayetinde, dindarlar için de, olmayanlar için de bu sorulara cevap verecek makamın (a)kıl olduğu (insana düşen sorumluluk payı) konusunda bir mutabakat vardır.

O zaman, Aydınlanma ile başlayan mutlak değerlere olan küçümsemenin yeniden gözden geçirilmesinin vakti gelmedi mi? Aydınlanma iddiasının aksine, bir “mutlaka” karşı çıkarken, kendi mutlakıyetini ilan ederek pimi çekilmiş bir bombayı ortamıza atarak geçti gitti. Sorun dindarların değil, rasyonellerin kaçmış huzurudur. Bu huzur ne inancı aşağılamakla, ne de sürekli kendini çürüten teorilerle yerine gelmiyor çünkü.

(a)klın alanını bu kadar daraltınca, aslında uzun bir süredir ciddi biçimde kazıklanıyoruz. İnsan varoluşunun bir cüzünü bütününden ayırarak diğer cüzüne düşman edince, insanlık ciddi bir nevroza saplandı kaldı. Nietzsche bunalımın farkına vardı ama alçakgönüllü olamadığı için eleştiriyi rasyonalizme değil inanca sapladı, cevaplarını çıldırarak verdi.

Tabii buradan neler türedi neler! Büyük (A)kla bu temelsiz güven, insanın dünyaya cenneti indirebileceğini iddia etti. Şerrin kökü kazınabilirdi ve bunu insan (A)klıyla becerebilecek yetenekteydi. (Pelaciyanizm.) Hatta dindarlar bile bu yoğun baskı altında tebliğ/misyon konusunda aynı rekabete savruldular. Bunun farkında bile olmadılar belki. Had bilmenin önemi unutuldu. Cenneti dünyaya kim daha önce indirecekti?

Mesela şimdi konvansiyonel bilim kuantum fiziği karşısında paralize olmuş durumda. Einstein bile kuantum mekaniğinden nefret etti. Çünkü bu teoriye göre elektronlar aynı anda iki yerde bulunabiliyordu. Bu da birçok paralel evrenin varlığını, geçmiş, gelecek ile katmanlar halinde üst üste yaşadığımızı gösteriyordu. Sadece bağlantı kuramıyorduk, çünkü başka frekansa ayarlıydılar.

O halde sormak gerekir; Allah’a, öteki dünyaya inanma konusu, neden kuantum fiziğinden veya tam kesinlik dayanağından yoksun rasyonel (A)klın sürekli çürüyen/değişen önermelerinden daha itibarsız/geçersiz olsun ki?

Bu kibrin temeli ne? Hangi kesinliğe dayanıyor?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums