- 14.09.2014 00:00
Geçen salı günü bir telefon aldım. Arayan kişi kendisini tanıttı ve hayal meyal hatırladım. Bir vesile ile görüşmemiz olmuştu. Sesindeki tedirginliği hissettim hemen. O da daha fazla dayanamayıp başına gelen fena olayı benimle paylaşmaya başladı. Birkaç cümleden sonra artık ağlıyordu.
Güneyde bir beldede tatil yapıyor ve otelde tek başına kalıyordu. Başı örtülüydü. Kitap okuyarak ve inancına uygun kıyafeti ile denize girerek dinlenmeye, tüm senenin yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu.
'Çok doldum ve aklıma sizi aramak geldi, kusura bakmayın' dedi. 'Geçmiş olsun, hayırdır ne oldu?' diye sordum, anlatmaya başladı.
Kaldığı otelin sahilinde güneşlenip denize girerken aynı yerde tatil yapan üç ailenin tacizine uğramıştı. Tabii ki başörtülü olduğu için... Bildiğiniz, yanında yetişkin çocukları olan, normal ailelerdi bunlar. Gün boyu, kıyafetinden ötürü bu yalnız genç kadını sözle ve jestlerle taciz etmişlerdi.
Başörtülü arkadaşım çok üzülmüştü. Onu en çok, tanımadıkları, yalnız genç bir kıza sadece başörtüsü yüzünden duydukları nefret sarsmıştı. Söz konusu olan gece karanlık ıssız bir sokakta karşınıza çıkan bir suçlu değil. Kendisiyle birlikte aynı otelde kalan, yanlarında çocukları ile tatile çıkmış insanlardı. Birer anne ve babaydılar. Ama hep birlikte böyle bir nefret ayinini sergilemekten alıkoyamamışlardı kendilerini.
Arkadaşıma bir tanık bulmasını ve hukuki işlemler için kendisine her türlü yardımı yapacağımı söyledim. Kabul etmedi. Ona kızmayın çünkü geçerli nedenleri var.
Çok ilginç bir olay daha yaşadım bir gün sonra.
Beşiktaş-Mecidiyeköy otobüsüne binmiştim. Maçka Teknik Lisesi'nin önündeki durakta durduğumuzda sakin otobüs birden karıştı. Yaşlı ve iyi giyimli bir kadın otobüse binerken, onun arkasından elinde bir dolu poşet olan yaşı yine epey geçkin köylü bir kadın aniden bağırmaya başladı. Hatta binerken onu ittirdi de. Şaşırdık tabii.
İki yaşlı kadın arasında ne yaşanmış olabilirdi? Köylü nine şiveli ağzıyla ağza alınmadık küfürler ediyordu diğer kadına. Kadın bu hakaretlere hiç cevap vermeden mermer bir sütun gibi sessiz kalarak çarprazımdaki koltuğa oturdu. Otobüs ahalisinin ilk izlenimi tabii küfür yağdıran köylü kadının aleyhine oldu. Köylü kadın sinirden kendinden geçmişti. Gerçek bir nöbet geçiriyordu.
İddiasına göre diğer kadın sözlü ve fiziksel şekilde durakta taciz etmişti onu. Kadın ise neden sonra kısık sesle 'Ben sadece...' dedi ama gerisini duyamadım.
Köylü ninenin söyledikleri çok can acıtıcıydı. 'Köylüyüz diye bizi hep aşağıladınız. Sen ancak boyanıp kurumlu kurumlu gezmeyi bilirsin. Ben köyde ekip biçmesem, köle gibi çalışmasam sen böyle yaşayabilecek miydin? Aç kalırdınız aç! Yeter artık hep ezdiniz, hep aşağıladınız. Kapıcınız olunca iyi. Durakta bizimle yan yana durmayı bile hazmedemiyorsunuz!'
Köylü kadın çok daha başka şeyler de söyledi, ama aklımda tutamadım. Çok bilinçli konuşuyordu. Adeta tarihine isyan ediyordu. Belki durakta bir yanlış anlama olmuştu, iyi giyimli kadının davranışını yanlış anlamıştı, bilemeyiz. Lakin belli ki hayatı boyunca böyle bir muameleye maruz kalmış ve artık bir otobüste, tam da Nişantaşı'nda canına tak etmiş ve boşalmıştı.
Değişimden yana olan (haliyle dezavantajlı) halk kitlesinin daha uysal ve sessiz, statükoya sahip sahip (haliyle imtiyazlı) kesimlerin ise daha saldırgan ve cüretkar olacağını varsayabiliriz. Bu doğaldır, çünkü henüz değişim tamamlanmamıştır ve tedirginlik egemendir. İşler ters giderse fazla göze batmamış olmak cezalandırılmamanın bir gereğidir. Kaldı ki reform devam ettiği müddetçe dezavantajlı kesimler avantaj kazanmaktadır, bu ise mümkün olduğu kadar az sorun çıkarma veya sürece yardımcı olma eğilimini besler. 'Kazanan' tarafta olmak başlı başına rehabilite edicidir.
Ama sürecin kendi imtiyazlarını törpülediğini düşünen statüko yanlıları hem sinirli olurlar, hem de hala düzenin yetkinleri onlardır. Dolayısıyla bu iki unsur daha saldırgan ve cüretkâr olmalarına yol açar.
Türkiye'de yaşanan da bu...
Başörtülü arkadaşım özel sebepleri ve kişilik özellikleri dışında sakin kalmasını buna da borçlu muhtemelen. Yaşlı köylü kadın ise yılların getirdiği bir birikimi daha fazla içinde tutamamıştı. Yaşlı kentli kadın ise otobüsün bir halk mekânı olması nedeniyle sessiz kalmış, yalnız oldukları duraktaki tavrını sürdürememişti. Köylü kadının otobüste nöbet geçirmesi ise yine bu kamusal güvene bağlı olmalı. Güney kasabasının da hangi siyasi kutba yakın olduğu, başörtülü kızın deplasmanda olduğu ortada.
Beni araması ise kendi mahallesinden olmayıp, onu anlayabileceğimi düşünmesinden muhtemelen. Ülkesine karşı ümidini kaybettiği o anda umutlu birkaç söz duyma ihtiyacından. Demek ki iyileşmek için birbirimize muhtacız.
Önümüzdeki mesele artık bu.
İki mekândaki iki insan tipi de bize ait. Ahlaki üstünlük kimde olursa olsun, kendilerini bir diğerinden ne kadar farklı hissetseler de onlar bizim insanlarımız. Kamusal alanda birarada yaşama zorluğumuz ortak ahlakı henüz üretememiş ve henüz bir toplum olamamışlığımızdan. Haliyle siyasetin, sivil toplumun sosyolojiyi rahatlatacak önlemler alması gerekiyor.
Bunu muhalefetten ve 'laik' ulusalcılardan beklemek çok anlamlı değil. Zira, durumu kabul etmelerinin yenilgiyi de kabul etmek anlamına geleceğini zannediyorlar. Yani normalleşme, bu kesimler için nihai yenilgi demek. Kutuplaşmadan şikâyet edecekler, ama asla normalleşmeyi arzulamayacaklar.
Hükümet ve STK'lar psikiyatristler ile çalışmalı ve bu travmayı ciddiye almalı. Asla bu depresyonu tahrik edecek yanlışlar yapılmamalı.
Kimsenin kaybetmediğini, herkesin kazandığını anlatmak durumundayız.
Yorum Yap