- 4.08.2011 00:00
Bu yazıyı okurken YAŞ toplantıları bitmiş olacak. Muhtemelen, sivil iradenin yönettiği ve hâkim olduğu bir ilk olarak hatırlayacağız bu tecrübeyi. Ahmet İnsel, Radikal’deki yazısında “milat” gibi tanımlamaları fazla zorlama bulsa da, bu açıkça bir milat.
Ama “işini” ciddiye alanlar gelişmeleri daha hakkını vererek okuyorlar doğrusu; PKK gibi...
Belki bu yazıyı okurken bir PKK saldırısı daha gerçekleşmiş olacak. Umarım olmaz, ama olursa, olmamasından daha fazla sürpriz olmayacak. YAŞ’ın ilk günü, PKK’nın bir araç kiralayarak Van Başkale’de askerî araca saldırması, üç subayın ölmesi ve Başkale Kaymakamı’nın da aralarında bulunduğu altı kişinin yaralanması sıradan, alışıldık bir olay değil.
Neşe Düzel’e ikinci röportajını veren Balıkçı, süreç hakkında çok önemli bilgiler veriyordu. Çoğunluğuna katıldığımı söylemeliyim. Ama ben de Emre Uslu gibi, Ramazan ayının pek de sakin geçmeyeceğinden endişeleniyorum açıkçası.
PKK, AK Parti ile bir rekabete girmiş durumda çünkü. Bu rekabette Öcalan’ın altını başarıyla oydular. İki asker ve bir sağlık memurunun kaçırılması ile süreci raydan çıkarmayı başardılar. Silvan saldırısı bir dönüm noktası oldu.
Askerin sivillerin kontrolüne geçmesi, polisin güvenlik meselesinde askerden görevi devralması gibi adımlar, PKK’nin doğrudan tehdit algıladığı gelişmeler. Türkiye’de demokrasi güçlendikçe, tabanlarında etkili olan negatif motivasyonun dozunun azalacağını öngörüyorlar. Öyle ki, bir süre sonra, Kürt sorunu nedir dediğinizde, artık buna anlamlı bir cevap vermek imkânsız hale gelebilecek. Bu ise, 30 yıllık savaş ve 40 bin can kaybından “statü” denen güçlü bir iktidar çıkarmak isteyen PKK için barıştan daha önemli.
PKK’nin haklı olduğu taraflar yok mu? Var tabii. Örgütün silah bırakmasının önünün açılması yönünde ciddi adımların atılmaması, Öcalan’la süregiden barış görüşmelerinin havada kalması, sünmesi, KCK tutuklamaları, zaten geçmişi karşılıklı güvensizliğe dayalı bir ilişkide örgütte soru işaretlerini hep diri tuttu. AK Parti, Öcalan’a bu güvensizliği alt edecek elle tutulur bir malzeme vermedi. Süreç, AK Parti’yi “güler yüzlü yok edici” olarak algılayan kesimin lehine işledi. Sonuçta, Öcalan’ın tartışılmaz liderliği sorgulanmaya başladı.
Açıkçası, PKK’ye Ergenekon’un sirayet ettiği, barışı istemeyen güçlerin Kandil’e egemen olduğu gibi tezleri havada ve propagandif bulurum. Otuz yıldır Ortadoğu gibi kalleş bir coğrafyada ayakta kalan bir örgütün, her türlü ilişkiye girmesi, bu ilişkileri konjonktürel olarak kendi hesabına kullanması olağan bir durum. Yani hem devletin hem de örgütün içindeki Ergenekoncular barışı sabote ediyorlar deyip işin içinden sıyrılmak sadece kolaycılık.
Burada AK Parti’nin ve PKK’nin barış konusunda samimiyetsizliğini öne çıkarmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Taraflar arasındaki güveni tahkim edecek adımlar yeteri kadar güçlü gelmedi. Bir yandan bölgede Kürtler arasında ciddi bir teveccühe sahip olan AK Parti’nin ve Gülen Hareketi’nin varlığı PKK için büyük tehlike olarak görüldü. Haliyle, burada gençlerin sürekli ölmesi bir teferruattan öteye geçemedi.
Ağzım varmıyor ama, görünen tablodan ben yeteri kadar kan döküldüğü konusunda henüz ikna olunmadığı sonucunu çıkarıyorum. Tarafları, bu şımarıklık ve bencilliklerinden vazgeçirecek, “tamam pes, artık barış yapalım” dedirtecek kadar kana bulanmamışız demek ki!
PKK, yeni stratejisi ile, Erdoğan’ı şiddete mahkûm etmek istiyor. Yani Erdoğan’dan ikinci bir Çiller çıkarıp, doksanlı yıllara bir geri dönüş hesabı içindeler. Gerçekten de, Erdoğan’ın Kürt ve PKK sorununu birbirinden ayırıp, bir yandan Kürt vatandaşlara demokratik haklarını vermeye, bölgeye yatırımlara devam ederken, öte yandan PKK’ye öldürücü bir darbe indirme gibi melez bir stratejiye geçmeyi de olasılıklarına dâhil ettiğini düşünüyorum.
Lakin, böyle melez bir stratejinin uygulanabilirliği yok. Savaş devam ettikçe, asker ve gerilla cenazeleri arttıkça, PKK bölgede gücünü daha da tahkim edecek, savaşı şehirlere yayacaktır. Bunun, sonuçları itibariyle, Çiller’in JİTEM tarafından teslim alınmasından bir farkı kalmaz. Askerin sivil siyaset üzerinde azalan etkisi yine yükselişe geçer. Kan üzerinden siyaset yapan muhalefet oylarını arttırır. AK Parti ve sorun çözücü siyaset gittikçe ezilir.
Çare nedir diye sorarsanız, aslında söylenecek yeni bir şey yok. Elde Öcalan gibi önemli bir imkân var. Hem devlet, hem de örgüt olarak Öcalan’ı ufalamak yerine, İmralı’da bunca yıldır çekirdek çıtlatmıyor da, ciddi görüşmeler yapılıyorsa, daha cesaretli olursunuz. “Devlet’le görüşmeler” gibi muğlâk özneli bir süreci AK Parti açıkça sahiplenir. Öcalan’la anlaşılır, örgüt sınırdışına çekilirken, Hükümet de operasyonları durdurduğunu açıklar, gerçekten durdurur da.
Reçete bu. Yapmayacaksanız, yapamayacaksanız, Öcalan’ın dediği gibi açık savaş ilan edersiniz. Daha dürüstçe olur. Çocuklarımızın ölmesini daha kolay hazmedebiliriz, belki.
Yorum Yap