Another Brick in the Wall…

  • 15.06.2014 00:00

 Ergenlik yıllarımda beni derinden sarsan bir film olmuştu. Adı 'The Wall', yani 'Duvar'dı. Efsanevi grup Pink Floyd'un 1979 tarihli albümünden esinlenen 1982 yapımı bir filmdi bu. Yönetmeni 'Geceyarısı Ekspresi'nden tanıdığımız yönetmen Oliver Stone'du.

The Wall filmini seyretmem, VHS videolar sayesinde oldu ve ortaokul yıllarıma denk geliyordu. Özal sanırım darbeci Evren'i aşarak hükümeti kurmuştu. Politikayla ilgili değildim, ailem 'Özal halktan, bizden, oyları ona verelim' kararı almıştı, onu duymuştum sadece. Ne olmuştu ki bu insanlara! Hani ülkenin yüzde 92'si darbe anayasasını desteklemişti? Neyse…

Filmin kahramanı Pink'in pilot babası 2. Dünya Savaşı'nda 'Okyanusun ötesine gitmiş' ve dönmemiştir. Pink'in içine kapanma süreci çocukluğunda başlar böylece. Yani duvarları örmeye koyulur. Duvarları o mu örüyordur, yoksa örülmüş olanlara tepki olarak kendi küçük dünyasını korumak için önlem mi alıyordur, sanırım ikincisidir. Henüz Beatles ortaya çıkmamış, kalıplar yıkılmamıştır. Pink okul sürecinde korumacı annesi ile sert ve renksiz okul arasında kalıp tuğlaları yükseltmeye devam eder. Şarkılar gerçekten müthiş, Gerald Scarfe'ın dehasından çıkan animasyonlar da büyüleyicidir. Bu başarı izleyicinin Pink'in darlığını yüksek düzeyde paylaşmasını sağlar. Film aslında boğucudur.

Pink büyür, Bob Geldof'un oynadığı olgunluk döneminde bir rock yıldızı olur. Paraya, üne ve bu arada uyuşturucuya da kavuşur. Tüketim çılgınlığı, uyuşturucu derken çürüme onu faşizme kadar savurur. Pink dibi bulduğu noktada bir 'yargılama' sürecine girer ve kendisi ile hesaplaşır. Film aydınlık bir sonla biter.

Filmden aklımda kalan temalar, darlık, sıkıntı, zayıf bir çıkış arzusu, ergenlik ve animasyon…

İnsanın darlıklara, baskıya ve biçimlendirmeye tepki duyması, dünyayı değiştirmek istemesi, bu arada düşüp kalkması çok saygıdeğer bir özellik. Ergenlik genellikle bu durumu sembolize ediyor. Kendisini bulmaya çalışırken, çevrelendiği dünyaya ve düzene bazen saçma da olsa eleştiri getiren o enerji olmasa, sanırım insanlık itici gücünü kaybederdi. Ben de o dönemleri geçirdim. Bizim ergenliğimizde çoğu şey çok sıkıcı, kuralcı ve tekdüzeydi. Tabii Norveç türü bir monotonluktan bahsetmiyorum. Hayat tehlikeli ve aşağılayıcıydı. İnsanlar dayanışma halinde yaşamak zorundaydılar ve bu birbirlerini ruhen boğazlamaları sonucunu da doğuruyordu.

Ben hiç solcu olmadım, ama çevrem öyleydi. Komünist arkadaşlarım vardı. Onların gelecek tahayyülleri, devrime inançları başta ilgimi çekmişti. Daha sonra sıkıldım. Sabahlara kadar süren devrim sohbetlerinde uykum geliyordu. O zamanlar adını koyamıyordum ama güdülerime güveniyordum. Orada 'yenik' bir şeyler vardı ve retoriğe boğulmuş bir fanusta değil, ne pahasına olursa olsun hayatın içinde yaşamak istiyordum. Etrafımdaki çoğu kişi, doğal olarak çok kötümserdi ve kötümserlikten nefret ediyordum.

Ben de bir ara olumsuz haller takındım. Başarılı okul hayatımı ampirik bir yaklaşımla kendi elimle bir sene kadar bozdum. Sanırım Pink'in 'Dark Side of the Moon' olarak tarif ettiği 'karanlık tarafı' merak ettim. Başarılı olduğumda doğal karşılayan, duvara çarptığımda bana sahip çıkan bir babam ve ailem vardı. İlginç. Babam teşekkür veya takdir aldığımda değil, altı zayıf getirdiğim yıl 'Seninle gurur duyuyorum, sen bunu halledersin' demişti. Tabii hallettim.

Pink filminin başta beni hayranlığa sevk eden negatif enerjisi gittikçe antipatiye dönüştü.

Şimdi o yıllar, geri dönmek istemediğim, ama sempatik bir dönem olarak gözüküyor bana.

Ergenlik… Geçilmesi gereken bir dönem. Negatif bir çekiciliği var 'atarlı' olmanın. Ergenliğin içinden baktığınızda çok havalı, arkanızda bıraktığınızda ise çocukça gelen bir pozisyon. Yaşa bağlı değil. Bir tür 'karar'. Ergenliğin sabitlenmesi ise, karasızlık üzerine ve hayattan kaçmanın bir kararı.

Hayatınızın sonuna kadar akademinin güvenli odalarında hayata başlamama garantisi veriyor. Muhaliflik ise, rakı sofralarında nihayetlenen Taksim merkezli güvenli protestolarla herkesin birbirini eyleyeceği, iş, sevgili, eş, borç, muhabbet bulacağı bir mahallenin azalığını ima ediyor. Bir yandan Aydın Doğan'dan maaş alırken devrimcilik yapabilir, Koç ve Boyner'in desteği ile saat beşten sonra Gezi Parkı'nda dünyayı değiştirebilir, diktatör taşlayabilir insanlar.

Gezi'de bu anlamda büyük bir heyecan yarattı. Hiç umulmadık bir anda geçmişten gelen bir vaha gibiydi. Bir zaman makinesi gibi, tüm sahtelikler gerçeğe, tüm başarısızlıklar zafere terfi edebilirdi.

Ama aslında, ergenlik denen o plasentanın biraz daha çalkalanmasından ibaret kaldı. Ergenliğe onurlu dönüş… Gençlerin enerjisinden çıkan 'Lucy in the Sky with Diamonds' etkisi birkaç ay sürdü.

O yüzden ben hep Syd Barret'ı sevdim, o zirvede, ergenken göçüp gitmişti.

Kalanların çoğu, o çağda çakıldı kaldı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums