- 1.05.2014 00:00
Türkiye unutmayı seçtiği tarihi bir gerçekle, 1915 ile yüzleşme sürecini 23 Nisan'da başlattı. Burada payeyi Başbakan Erdoğan'ın cesaretine mi, yoksa dindar yurttaşların ferasetine mi vermek gerekir acaba? Yanlış bir soru bu. Her iki özne de birbirini ileriye doğru iten olumlu bir sinerji oluşturmuş durumda. Burada Erdoğan'ın artık AK Parti dahil siyasal kültür limitlerini, muhalefetin güdüklüğünü de aşan bir liderlik gösterdiğine şahit oluyoruz. Dünkü yazımda bahsetmiştim. Merhum Özal da 1991'de 'Konuşsak, yüzleşsek ne olur' demiş, ama MGK ve kendi partisinden kırmızı kartı görmüştü.
Acaba Erdoğan da Özal gibi araya yoklama aşaması koysa, taziye sunmak yerine, 'Bir taziye yayınlasak ne olur' diye bir 'tartışma' başlatsaydı ne olurdu? Muhtemelen ortalık taziye sunulduktan sonra gelen zayıf tepkilerden çok daha fazla sertleşir, bu iyiniyetli yaklaşım düzden ve tersten çakan birçok saldırı ile boğulur giderdi. Hasan Cemalgiller Erdoğan takıntısı zarar görmesin diye 'Yetmez o yüzden hayır' diye topa girer, çoğulcu Anadolu yurtseverliğini İttihatçı kan-soy milliyetçiliği ile trampa edip kazıklanan kesimlerden de Erdoğan'a salvo atışlar gelirdi. Tepede olumsuz bir görüntü oluşturulur, bunun halkın görüşü olduğu savunulurdu.
Dönemin Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek'in Ermeni Konferansı'nı düzenleyenler hakkında 'Bizi arkamızdan hançerlediler' sözünü sarf etmesinin üzerinden kısa sayılabilecek bir süre geçti. Eski Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül'ün 'Bugün eğer Ege'de Rumlar, Türkiye'nin pek çok yerinde de Ermeniler yaşamaya devam etseydi, acaba Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?' demesi üzerinden ise çok daha az.
Ben Sayın Meral Akşener'in Öcalan'a 'Ermeni dölü' demesinden ötürü pişmanlık duyduğu ve özür dilediği gibi, her iki siyasinin de bugün farklı düşündüğünden, o sözlerden ötürü üzüntü duyduklarından eminim. Amacım 'Ama siz zamanında böyle demiştiniz, unutmadık' türünden bir ucuzluk yapmak değil. Çünkü insanlar değişir. İnsanlar hatalarından öğrenir... Nerelerden nerelere geldik. İşte 12 yıldır tüm yazılarımın özeti de bu noktada toplanıyor: Değişime şans verin ve kendinize inanın. Tıpkı evvelki gün Erdoğan'ın 'Korkmayın' diye halka seslenişi gibi, değişimden hataları ayıklamaktan korkmayın. Bu bir acizlik değil, bir erdemdir. İnsanın doğruya, iyiliğe doğru fazlalıklarını ayıklamasıdır. Bu hepimiz için geçerlidir.
Ve bazen yaparsınız ve olur.
Erdoğan doğru bir şeyi siyasi dengeleri gözeterek pazarlığa açmadı. Çoğunlukla hayat böyledir. Sözle değil icraatla tıkanıklıkları aşarsınız. Bu belki bir histir, belki de toplumu Erdoğan gibi yakından takip etmenin getirdiği bir bilgidir, bilgeliktir.
Erdoğan cumhuriyetin en büyük tabusunu kırıp atmıştır. Bu tabuların en önemli işlevi bir milletin sürekli olarak korkularla boğuşması ve tüm gelişim potansiyellerini, enerjisini bir kör döğüşünde harcamasıdır... Böylelikle insanlar asla gerçek sorunlara odaklanamaz, gizli iktidarı deşifre edecek sükunete kavuşamaz, sömürülür giderler. Hani merkantilizmin baskın iktisat teorisi gibi, işçiler ölüm ile yaşam arasında kritik dengede bir ücretle çalıştırılmalı, böylelikle kendi hayatları ve siyaset üzerine düşünecek şartlara kavuşmamalıdır. Yoksa düzeni değiştirirler. Hadi melankolik solcularımızın gönlü hoş olsun, devrim yaparlar.
Böyle yazınca çok sinirleniyorlar ve benim de umurumda olmuyor. Son 12 yılda yaşanan da ağır çekim bir halk devrimidir.
Sorun, bu devrimin neden bazı kesimlerde tehdit hissi yarattığıdır. Sermayeyi, Doğan vesaire kesimleri anlıyoruz. Çok daha tutarlı bir çizgideler. Bu bir iktidar savaşıysa, imtiyazlarını kaybetmek istemezler. Üstelik, gericilerin varlığı ve dirençleri, reformcu güçler için bir yol haritası ve zindelik sunar. Tarih dışı ve zayıf gerici güçler topluluğu her zaman değişimin dopingi olmuştur. Ama ya sosyal adalet, eşitlik, Kürtlere ve Ermenilere özgürlük söylemini sakız edenler, hatta zamanında Erdoğan'ın bugün yaptıklarını devlete önerenler neden böyle savrulurlar?
İşverenlerinin Doğan vs. medyası ve ürettikleri 'malları' sattıkları kesimin ve totaliter laik toplumsallık olduğunu ihmal ederek, bunun sosyolojik nedeninin sekürlerlik ambalajıyla gizlenmiş dinler fobisi ve kendinden nefret etme olduğunu düşünüyorum. Değişimin maestrosunun dindar bir lider ve taban olmasının altından kalkılamaz bir kimlik karmaşası oluşturduğu ortada. Aslında Erdoğan'dan değil, kendilerinden nefret ediyorlar. Tüm arzulu hallerine rağmen Batılı değil, Doğulu, melez bir halkın parçası oldukları gerçeği, Batı'nın kendi kimliğini bağladığı kötücül Doğu tarifi ile birleşip katlanılmaz bir baskı oluşturuyor.
Hasan Cemallerin, Mehmet Altanların, Perihan Mağdenlerin, Nilüfer Göle ve bilumum sevdiğimiz saydığımız isim ve kesimlerin çelişki içinde debelenmelerinin, bir hayat harcanan itibarlarını bu kadar hiçe sayarak havaya savurmalarının şüphesiz sosyo-psikolojik nedenleri var. Bu tablo çok hazin.
İşte hayat böyle akıp gidiyor. Kendisi ile gerçekçi, namuslu ilişki kuramayanların da geçmişteki katkılarına taziye sunma inceliğini ihmal etmeden...
Yorum Yap