- 14.04.2014 00:00
Türkiye’de son 12 yıldır yaşanan süreci Batı dünyasının anlaması belki de yeni yüzyılın kaderini değiştirecek. 21. Yüzyılın “aklının” ne olacağı çok önemli ve bence Türkiye ve Mısır’da olanları Batı dünyası artık Paul Feyerabend’in büyük “A” ile yazdığı Akıl (reason) ile değil, küçük “a” yazılan evrensel akıl ile okumalı.
Biraz açalım… Çünkü Batı’nın Türkiye ve Arap Baharlarına yaklaşımı sadece Batı’nın çıkarları ve reelpolitik kuralları ile okunursa, altındaki doktrinsel ve tarihsel bağlam gözden kaçırılabilir. Oysa, tüm eylemlerimiz ve hayata cevaplarımız, bireyden devlete kadar belirli bir zihniyetin üzerine oturuyor. Bu zihniyet kendisini sorgulamaya açmadığı müddetçe de tepede gelişen cevaplar değişmez.
Burada Batı’nın kendi eleştirisini yapmadığını iddia ediyor, koskoca bir post modern ve post post modern süreçleri yok sayıyor değilim. Batı’nın Doğu’ya yaptığı gibi Batı hakkında bir kategorizasyon da aynı hatayı tekrarlamak olurdu. Ancak iddiam odur ki, Batı’da yapılan eleştiri, devletler aklında hâlâ Doğu’yu algılama yönünde anlamlı bir değişikliğe tekabül etmemektedir. Üstelik Batı’nın övülecek sivil tartışmaları yanında, yine belirli bir sivil alanda aynı eski zihniyet etkisini sürdürmektedir.
Batı, eleştirilen anlamıyla, hâlâ Aydınlanma’dan gelen modernizm ve Batı merkezli sekülerlik anlayışını dünyaya ihraç etme sürecinde. Batılı yaşam biçimleri, değişim, demokrasi ve kültür gibi konularda, Batılı yorumun tek otorite ve ulaşılmış en mükemmel sabit olduğu kanaati, artık Batı’yı da durduran bir şey. Batı, bu anlamda (kültürel, ideolojik) bir tıkanma içinde olduğunu hissediyor. Bu anlamda kendisini “öteki”ye açarak da beslemek istiyor gibi görünüyor. Uzun zamandır Britanya edebiyatını koloni yazarlarının taşıması gibi. Ancak bu bile bir yüzleşmeyi değil, devşirilmiş, Batı’yı yine Batı üzerinden eleştiren bir kaçamaktan ibaret.
Paul Karl Feyerabend, “Akla Veda” adlı eserinde şöyle der: “Yüzünü hiç görmediğimiz insanların hayatları hakkında Akıl yürütmeyi bırakmanın zamanıdır, “insanlık”ın (ne fiyakalı bir genelleme!) o sıcacık bürolarında laf salatası yapan insanlar tarafından kurtarılabileceğine inanmayı bırakmanın zamanıdır, mütevazı olmanın ve bizim fikirlerimizden yararlanacağını sandığımız insanları eğitime muhtaç cahiller ya da iş meseleleri söz konusu olduğunda dilenciler gibi görmeyi bırakmanın, Yoksul, Hassa ve Cahil için gökten inmiş bir lütuf gibi çalım satmayı bırakmanın zamanıdır.”
Dünyada birçok kültür vardır ve her kültür, o coğrafyada yaşayan insanların çevreleri ile geliştirdiği en rasyonel, anlamlı ilişkiyi ima eder. Brüksel’den çıkarak, Kahire’yi tanımlamak, Kahire için en doğrusunun Brüksel tipi bir yaşam, yönetim biçimi olduğunu iddia etmek, bunu kanıtlamak veya yapmanın ispatını da Brüksel’de elde edilmiş –muhtemelen sömürgelerdeki yağmanın finansmanı ile- başarılardan almak, artık terk edilmesi gereken bir ahlaksızlıktır.
Batı’nın alta yatan bu zihinsel kibri ile yüzleşilmeden üst yapıların davranışı da değişmeyecektir. Nitekim, Mısır kendi özgün demokrasisini geliştirmek yolunda Tahrir Devrimi ve Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle kritik bir adım atmıştı. Türkiye ise bunun çok daha ileri biçmini son 12 yıldır gerçekleştirmekte.
Ama bu ülkeler ne zaman ki reelpolitik kurallarını çiğniyor, ne zaman ki Batı’nın kafasındaki şablonun dışına çıkarak kendi özgün adımlarını atıyor, Batı aniden darbeci kesiliyor. Anlamak yerine, Türkiye veya Mısır’da olanları kafalarındaki eski şablonlara yerleştirip ondan acil bir tehlike-tehdit üretiyor ve bu noktadan sonra ahlaksızlığa savruluyorlar.
Nitekim Türkiye 17-25 Aralık operasyonlarında ciddi bir darbe girişimine maruz kaldı. Yolsuzluk görüntüsü altında, ülkenin laikleri ve onların yanına geçen Gülen Cemaati üstyapısı, reformcu dindar iktidara karşı, gerici bir darbe girişiminde bulundular. Erdoğan, yargı, emniyet içine uzun yıllardır sızmış paralel devlet ve onlara destek veren beyaz Türklerin güçlü medyasının bu darbe girişimine, siyasi adımlarla karşı koymaya çalıştı. MİT, internet ve HSYK denen üst yargı kurumu hakkında kanunlar hazırladı.
Bunları eleştirmek başka bir şey, Türkiye’deki seçkinlerin ağzıyla “Kendimizi kandırılmış hissediyoruz” gibi eforik yaklaşımlarda bulunmak ayrı. Bu kanunların hangi ihtiyaçla ortaya çıktığını anlamaya bile tenezzül etmeden, oraya vurgu yapmadan bu yasaları eklektik olarak eleştirmenin Türkiye nezdinde hiçbir karşılığı yok. Türkiye’de bir darbe girişimi yaşandı ve bunu kendisine AB’ci, Batıcı diyen totaliter laikler ile dindar görünümlü paralel devlet cuntası birlikte yaptı.
Batı’dan bu konuda henüz anlamlı bir yorum, destek göremedik. Merak ediyorum, mesela işin bu yönü hakkında Sayın Stefan Füle ve Hannes Swoboda ne düşünür? İlerleme raporunda bu darbe girişimini de kınarlar, sivil siyasetin yanında olduklarını açıklarlar mı?
Yoksa Türkiye de AB hakkında her yıl ilerleme raporu yazmak zorunda kalacak. Belki de gerileme…
Yorum Yap