- 13.01.2014 00:00
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında 'sıkıntı' olduğuna yönelik kampanya, 2008 yılından beri sürekli gündemde. Ama özellikle 2011 yılı boyunca ve 7 Şubat 2012 MİT krizinden itibaren post-Erdoğan dönemi için öne çıkarılan siyaset mühendisliklerinin 'köşe taşını' oluşturuyor. Bunun nedeni, Türkiye'deki cari siyaset sosyolojisi... Eğer Erdoğan'dan kurtulmak istiyor ve bunu zamana bırakmak istemiyorsanız, 'hızlandırıcıları' devreye sokarsınız. Bu da, toplumun hazmedebileceği seçenekleri yaratmak, sonra da bunları doğal bir gelişim olarak öne çıkarmakla mümkün olabilir. 'Medya' dediğiniz aygıt da böyle günler için vardır. Bizlere de, dört beş seneye yayılan, ama özellikle PKK ile müzakerelerin başlamasıyla gişe yapan bir 3D Gül-Erdoğan krizi prodüksiyonu izlettirildi.
Çünkü böyle yapılmazsa, ani bir değişim için ikna edilmesi şart olan dindar kamuoyuna CHP'yi ve mesela İstanbul için Mustafa Sarıgül gibi bir ismi cici göstermenin tutarsızlığı içinde sıkışılabilir. Şu an böyle mi? Evet, tam da böyle. Nedeni ise basit: Cumhurbaşkanı üzerine kurulan siyaset mühendisliği planları çöktü.
Aslında, Has Parti bu konuda biçilmiş kaftandı. Erdoğan 'Diktatörlük, El Kaidecilik ve yolsuzluk' şeytan üçgeninde David Copperfield'a taş çıkaracak el çabukluğu ile kaybedilirken, AK Parti gözden düşecek, HAS Parti ise, yedekteki dindar ve yeni parti olarak güneş gibi doğacaktı. Gül de çoktan 'cepte' olduğu için, ülke Erdoğan gibi bir ağır yükten kurtulurken, AK Parti ile pek farkı olmayan yeni bir hükümet -HAS-CHP koalisyonu da uyar, fark etmez- ülkenin başına geçecekti. Dindarların bunu CHP ve Sarıgül seçeneğinden daha kolay hazmedeceği ortadaydı. Operasyonun hissettirilmeden yapılması açısından mükemmel bir formüldü. Böylece vesayet, zifiri karanlık bir odadaki siyah kedi kadar görünmez olacaktı.
Ama olmadı. Numan Kurtulmuş ekibiyle birlikte AK Parti'ye katıldı. Kendisini hedef alan çirkin tezgâhı da bir intikam olarak okumak yanlış olmaz herhalde.
Böylelikle, üç seçim öncesi adeta siyasi bir hilkat garibesi haline gelen CHP koalisyonuna mahkûm olundu. Böyle olsun istenmezdi, ama hayat işte.
Görev süresi ve ikinci kez seçilmek üzerinden hükümetin bazı üyelerinin Gül'e şık davranmadığı ortadaydı. Hatta Gül, Ahmet Sever üzerinden verdiği röportajla bunu kamuoyuna duyurdu. Bu hamle, incinen Gül'ü ittifakın yanına çekmek için yeterli çatlak olarak algılandı. Bu zihniyet, Gül ile Erdoğan'ın her farklı yerde duruşlarını 'kriz' olarak okudu, mümkün olduğu kadar krizi derinleştirmeye çalıştı. Böyle konumlandırılmak Gül'e yapılan çok büyük bir haksızlıktı. Şayet ülke normalleşmiş olsaydı, tabii ki iki siyasinin de ayrı yönlere gitmeleri söz konusu olabilir, toplum da bunu normal karşılayabilirdi. Ancak, bu kadar insafsız bir saldırı altındayken sadece ikinci kez cumhurbaşkanı olmak veya AK Parti'nin başına geçmek için Erdoğan'a sırt döneceğini ummak, aslında Gül'e büyük bir saygısızlıktı.
Unutulan bir diğer husus, Gül'ün Erdoğan ve parti tarafından en çok taltif edilen Ak Partili olmasıydı. Gül, siyasi kariyerinde devlet bakanı, hükümet sözcüsü, dışişleri bakanı, başbakan yardımcısı, başbakan ve cumhurbaşkanı olmak gibi Erdoğan'ın bile ulaşmasının zor olduğu bir kariyere sahip. Ve muhtemelen parti, Gül'den bu önemli makamları bundan sonra da esirgemeyecek.
Toplum ve siyaset mühendisliklerinin yumuşak karnı, dizayn edeceklerini öngördükleri şahıs ve kitleleri küçük, ilkesiz ve akılsız görmeleridir. Gül düzeyinde feraset sahibi insanlar, gerekirse tüm siyasi hedeflerini bir kenara koyarak doğrunun yanında yer alırlar. Kaldı ki, Erdoğan ile Gül arasında böyle bir sorun olduğu iddiası da ispata muhtaçtır. Böyle olsa dahi, herhalde bunca parlak başarıdan sonra, ikinci bir Abdüllatif Şener veya Erdoğan Bayraktar olarak siyasi hayatını sonlandıracağını beklemek Gül'e yapılacak bir diğer haksızlıktır. Sanırım Gül, makamının elini kolunu bağlaması nedeniyle, büyük tepki duyduğunu tahmin ettiğim bu mühendisliklere açık tavır koyamamaktan ötürü sıkıntı duyuyordur.
Şimdi de, aynı koro, hep bir ağızdan HSYK düzenlemesi gibi bilumum konularda Gül'ün üzerinde 'devreye gir' baskısı oluşturmaya çalışıyorlar. Can çekişmekte olan bir mühendisliği diriltmesi için adeta bir yakarış içindeler. Gül, makamının gereklerini hiçbir etki altında kalmadan yapacak kadar güçlü bir isim. Lakin kimse, bundan sonra Gül'den Gezi krizinde 'Demokrasi sandıktan ibaret değildir' gibi bir çıkış beklemesin. Zaten o çıkış da, muhtemelen ortamın gerginliğini almak ve tarafsız bir lider olarak ateşe su dökmek amacıyla yapılmıştı. Sadece zamanlaması yanlıştı ve koronun dalga boyu ile denk düşen bir talihsizlikti.
Şayet Erdoğan 'Abdullah Gül kardeşim adayımız' demeyip, kendisi 28 Ağustos 2007'de Çankaya'ya çıksaydı, partinin başına geçecek olan Gül daha mücadeleci bir karakter sergileyecek, sert siyasi ortamın gereklerini yerine getirecekti. Mutlaka kişisel özelliklerin yarattığı farklar olacaktı ama, Erdoğan da daha sakin, tarafsız bir profil çizecekti.
Okuma parçasının ana fikri şu: Büyük bir kavgaya girilecek ve siyaset dışı her yola başvurulacaksa, bu en azından 'muarızları' çok daha iyi tanıyarak yapılmalı.
Yorum Yap