- 2.01.2014 00:00
Leman Dergisi 'tarihi' bir kapak çalışması yapmış. 17 ve 25 Aralık darbesine karşı duran ve öne çıkan etkili yazarları 'yolsuzluk' gemisine binmeye çalışırlarken resmetmiş. Lakin karakter suikastı yapılan yazarlar, 'Kaptan' Bilal Erdoğan tarafından terk ediliyorlar. 'Gemicik bu, transatlantik değil, hepinizi alamayız' deniyor onlara. 'Mizah', kutsal kitaplardaki ortak tema olan Nuh'un Gemisi sembolü üzerine kurulmuş. Böylelikle, görebilenler için sadece bir karede, 90 yılın tüm zihniyeti ve ittifakları ortaya konuyor.
Hatta tüm bir radikal aydınlanma ve kolonyalizm tarihinin...
Yolsuzluk, dindar Başbakan, ailesi, darbeye karşı çıkan dindar, başörtülü ve erkek yazarlar ile aslında o mahalleden olmayan diğerlerini birleştiren bir gemiyle sembolize edilmiş. Böylelikle, Kutsal Kitap ve Kur'an'daki ayetler ters yüz edilmiş. Çürüdüğü için yok edilen dünyadan, yeni bir başlangıç yapmaya yelken açan Nuh'un Gemisi, bu yorumda 'gerçek' yüzleri ortaya çıkan dindarlar ve mahalle dışı 'işbirlikçilerinin' seküler dünyadan kovulmasının aracı olmuş.
Kapak, 1. Cumhuriyet'in kuruluş manifestosu gibi.
Gezi krizinde de benzer tema ortaya çıkmıştı. Gezi'den anlamlı bir muhalefetin filiz verip vermeyeceğini önemseyen birisi olarak, orada açığa çıkan tahayyülleri ve bu tahayyüllerin dile nasıl yansıdığını dikkatle takip etmiştim. Çünkü bir şeyin yeni ve orijinal olup olmadığını ancak ortaya çıkan dilin kendisinden anlayabilirsiniz.
Tarihsel bir tembellik eğilimiyle, verili koşulları eleştirmek, değiştirmek isteyenler önce kurumlara bakarlar. Meclis'e, siyasi lidere, medyaya ve lobilere ağır eleştiriler getirir, ciddi bir kriz olduğuna karar verilir. Yeni yasalara, hükümet değişikliklerine, seçilmişlerin yetkilerinin kısıtlanması düzenlemelerine, daha sistemli bir yolsuzluk mücadelesine ihtiyaç olduğu, kimsenin itiraz etmeyeceği önerilerdir. Görünen odur ki, eleştiriyi yapan topluluk tek bir amaçta birleşmiş, aynı şeyi ister ve siyasi yöntemleri de hazır gibidir.
Ama bu doğru değildir.
Hedef alınan iktidar ne kadar mükemmelleşmiş bir 'kötülüğün' cismanileşmiş hali değilse, itiraz edenler de aynı amaçları ve üzerinde anlaşılmış siyasi birlik özelliklerini taşımazlar. Gezi'de de bu böyle olmuştur. Aslen bireyci bir itiraz olan Gezi'nin değerli olabilecek nüvesinin, içinde işlevselleşeceği yeni bir dil ve ortak bir yeni toplum tahayyülü yoktur. CHP, Leman gibi kendi parodisi olmuş sol kesim, saygınlıklarını kaybetmekte olan sinirli 'liberaller', beyaz sermaye ve beyaz medya, bu enerjiye doğal ittifak gözüyle bakarak ellerini ovuştururlar. Oysa, oldukça öznel itirazları olan, kendi ülkelerindeki cemaatlerden çok Yeni Zelanda'daki akranı ile sosyal medya üzerinden daha sıkı bir ilişki kuran bireylerden bahsedilmektedir. Öfke, siyasi kuluçkasına sahip olmadığı için, hedef aldığı iktidar yerine kısa sürede kendi kendini itibarsızlaştırır ve sönümlenir.
Bu nedenle Gezi'de olduğu gibi, Erdoğan'ın şahsına yönlendirilmiş bir öfkeyi, Kürtleri, Alevileri etkileyecek toplumsal huzursuzluk için kullanabilirsiniz. Çıra gibi... Gezi onlar için bir çıra olabilir. Asıl yanacak olan Kürtler ve Alevilerdir. Bu çıraya uzananların asıl sorunu, başarısız olmaya mahkûm olmalarının da nedenidir: Yeni bir toplum tahayyülünü kaybetmiş olmaları... Topluma saygı duymamaları... Güçlerine güvenle ahlaklarını yitirmeleri.
Paradoks ise, bu tahayyülün ve dinamizmin, hedef aldıkları Erdoğan ile tabanında bulunmasıdır.
Dolayısıyla pek bir şey değişmez.
Tarihten bir örnekle somutlaştıralım. Fransız İhtilali aslında Bastil baskınından çok önce, dilde ve yeni toplum tasavvurunda başlamıştı. Monarşiye doğrudan savaş açamayan entelektüeller, kışkırtacakları toplumu sokağa dökmeden önce, halka başka türlüsünün de mümkün olduğuna dair sağlam ikna yollarına giriştiler. Tony Judt'a göre, aslında modern siyaseti keşfettiler. Monarşinin itibarı, kısa sürede terör hareketine dönüşecek bir isyanda değil, halkın ikna edilmesi ile kayba uğrayabilirdi çünkü. Devrimden önce, monarşiye dair ne varsa halkın gözünde çoktan değer kaybetmişti. Bunun yanında cumhuriyetçiler, yeni ülkenin nasıl yönetileceğine dair halka ciddi taslaklar sunmaktaydılar. Yani halkı mühendislik nesnesi değil, rasyonel akla sahip bireyler olarak ciddiye alıyor, bu bireylerden yeni bir toplum, ortak amaçlar ve yeni bir devlet yaratmanın zeminini hazırlıyorlardı.
Leman'ın sergilediği zihniyette ise, tarihin çöp tenekesine gitmekte olan kibri daha ustalıkla tekrarlamaktan öte yeni bir şey yok. O nedenle, Erdoğan'ın yolsuzluklarla itibar kaybetmesine gayret edenlerin fazlaca bir şansı bulunmuyor. Çünkü anlamlı söyleme, heyecana ve Yeni Türkiye'ye dair 'yeni' önerilere sahip olan Erdoğan ve tabanı, statükocu ve gerici ittifak değil. Gezi'de enerjilerinin üzerinde akbaba gibi alçak uçuş yaptıkları gençler ise hiç değil. Onlar bizlerden çok daha akıllılar.
Dolayısıyla, son 11 yıldır, ne kadar modern, laik ve esprili parlak ambalajlara sarınsa da, gerici bir karşı devrim çabasını canlı canlı seyrediyoruz. 17 ve 25 Aralık operasyonlarına anlamadığım bir şevkle dindar Hizmet Hareketi'nin çatısı destek veriyorsa da, değişen sadece ittifaklar, müdahalenin gerici, tembel ve halka saygısız köhne özü değil.
Aslında, anlayışı olan gerçek muhalifler için çok önemli 'spoiler'lar veriyorum. Ama kabul ediyorum ki, gerçek en çok ona sahip olanlar tarafından suiistimal edilir, gözlerden kaçırılır. Hasılı, kendimizi anlatmak gibi bir sıkıntımız yok. Anlaşıldığımızı bilmenin huzuru içindeyiz.
Haliyle, Erdoğan veya söz konusu yazarların neden hedef alındığı, en sinik esprilerin bile arkasına gizlenemiyor. İttifakın aciliyeti var çünkü. Milli Görüş ve AK Parti gibi, iktidara gelmek için çeyrek yüzyıl toplumla iç içe olmaya, emek vermeye vakitleri de, niyetleri de yok. Hızlı ve etkili bir itibarsızlaştırma ve tepkimeyi hızlandıracak katalizör olan şiddet lazım. Oyunu kuranlar da bu yüzden yolsuzluk kartını açtılar.
Yolsuzluk iddiaları burada maalesef ki bir teferruat.
Keşke olmasaydı.
Yorum Yap