- 17.11.2013 00:00
Avrupa'daki din-mezhep savaşları çok kanlı geçti. Batı'da on binlerce insan tavuk gibi sokaklarda boğazlandı. Bunlara iktidar savaşı demek daha doğru olur belki. Her dönem olduğu gibi, o günlerde de olaylar iç içe geçmiş birçok etkenin kontrolünde, hatta bu nedenle de kimsenin tam olarak kontrolünde değildi.
Bizim 'felaket' dediğimiz çoğu şeyin, bir şekilde 'hayırlara da vesile olması' hayatı hayatta tutan en kadim kurallardan birisidir.
Ve o kuralı biz koymadık. O yüzden kaldıramıyoruz. Ne iyi ki...
Derken, sanki olay bu kadar karmaşık değilmiş gibi, mesela papaların bir kısmı aslında bir zamanların Mediciler gibi mafya ailelerinden gelen, sonra İtalyan prenslerine dönüşen yeni soylular olduğu unutularak, pre-modern olan her şeyin günahı, inancın özüne mal edildi.
Yani inanma eylemi ve varoluşa, insana dair geçici olmayan, tinsel, soyut her şey, kötülüğün anası olarak kabul gördü.
Radikal aydınlanmacılar, sıkı rasyonalistler, inanmış pozitivistler, hümanistler ve ilerlemeciler, esas olarak cenneti dünyaya indirmenin formülünü 'geçici olmayan'a savaş açmakta buldular. En azından istisnaları gölgede bırakan genel eğilim buydu.
Keşifler, bilimsel ve sanatsal ilerlemelerde, manastırlarda fikir üreten Hıristiyan din adamlarının, büyük İslam alimlerinin hiçbir emeği yokmuş, özgün bir şey keşfetmiş gibi davranıldı ve kendisini berilerde ta Grek filozoflarına bağladı.
Savunmasının çoğunu ne kadar inançlı bir insan olduğunu anlatmaya çalışan Sokrates'e kadar geriye.
Ve Aydınlanma, kendi ruhsuz Adem ve Havva'sını yarattı.
Modernizm böylelikle kendisine yeryüzünde zuhur etmiş ama öncesiz de olan kendi kendini o an yaratmış yeni bir tanrı rolü biçti. Modernizmin bir veçhesi de buydu. Akıl, ruhu ve maneviyatı ezer geçerken, nasıl büyük bir imkânı dışladığını, aslında insanın bütünlüğünü reddettiğini, böldüğünü ve parçaladığını bilmiyordu.
Sömürgecilerin vahşetleri, akıl adına aklın keşfettiği modern yöntemlerle yapıldı ve öldürülen, sakat bırakılan insanlar uzaklarda olduğu müddetçe de dikkat çekmedi. Ama 1. ve 2. Dünya Savaşı'nda soykırımlar, 'akıl almaz' vahşet, bizzat rasyonalitenin mabetleri olan Avrupa kentlerine taşındı. Avrupa'yı nihai mahvoluştan, ne ilginçtir ki, Doğulular, Doğu'nun, Rusya'nın soğuğu kurtardı.
Batı'nın rekabeti imkânsız kılan bu ani yükselişi, güçlü paradigmasıyla Doğu'yu domine etmesi, kaçınılmaz olarak çelişkiyi bu coğrafyaya taşıdı. Çünkü bu paradigma bizlere ait bile değildi. Mahvoluşun kıyısında, bir can simidi gibi bu taklide sarındı sadece. Tanzimatçılar, İttihatçılar ve Kemalistler, aralarındaki farklara rağmen, aynı hataya düştüler. Modernizmin nihai savaşı kazandığını, artık ona uyarlanmak dışında bir varoluşun mümkün olmadığını düşünerek yerli olan her şeye -halka- karşı bulantı hissetiler. Tanzimat'ın da, Kemalizm'in de geri tepmesi, insanı ortasından ikiye bölen bu müdahalenin hiçbir açıdan insani olmaması nedeniyleydi.
Akıl insan ömrünü iki kat arttırabilmiş olsaydı, bugünleri, modernizmin kendi parlak iddiaları ile ne kadar çeliştiğini ve çökmeye başladığını görme şansları olacaktı.
İçi boş, new-age ruhsal öğretilerin Batı'da bu kadar revaçta olması, ama buna rağmen inancın kadim usul ve geleneklerinin hala tehdit görülmesi, bu saplantıdan kurtulunmadığını gösteriyor. Kaldı ki, insanın 'geçici olmayan' yönünü, ruhsallığını reddetmek, bu ihtiyacı ortadan kaldırmıyor. İşte tam bu tehdit ve ortaya çıkan taleple baş etmek için bu türden plastik maneviyat sağlayıcılara ihtiyaç var.
İnsanın sadece bedenden oluşması, kendisini bedenle tanımlaması, kişiyi kendisini ve hayatını sorgulamayan bir noktada tutarken, aynı zamanda sürekli tüketme ihtiyacı içinde olduğu, daha çok tükettikçe daha çok mutlu olabileceği yanılgısının garantisi oluyor.
Her şey geçici olduğunda, ne bir sevgi, ne bir eser için çok fazla yatırım yapmaya ihtiyaç kalmıyor. Bu 'bireyin özgürlüğü' diye yüceltilse de, kendi içine çöken, benzerlerinden ve doğadan uzaklaşan tek kişilik cehennemlere kapatıyor insanları. Böylelikle, CNN'den Irak'ın işgalini, Mısır veya Suriye'deki katliamları izlerken, bunun insana dair bir şey olmadığını düşünebiliyor insanlar.
Onlar başka 'Tanrı'nın çocukları oluyor, olmayan ya da savaşı kaybetmiş bir 'Tanrı'nın çocukları.
Ama tarih ilerliyor. İnsan bütünlüğünü yeniden kazanma eğiliminde. Aklın ruha, ruhun akla, Batı'nın Doğu'ya, Doğu'nun Batı'ya sırayla galebe çalması değil çözüm. Çözüm bunların bir bütünün parçası olduğunu keşfetmekte.
Aklın ruha, ruhun akla, Batı'nı Doğu, Doğu'nun da Batı'ya ihtiyacı var.
Eşit, onurlu ve barış dolu bir bütünleşme... Daha çok çaba, zaman ve belki bedel ödemek gerekse de, yeryüzünün daha iyi bir yer, insanların da daha huzurlu olması için gidilecek doğru cihet bu.
Yorum Yap