- 29.08.2013 00:00
Lafı çok dolandırmayı sevmiyorum. Dostlarımla hasbıhal ederken de, makale yazarken de, genellikle tek bir cümlenin saatler boyunca tartışılacak bir konuyu açıklamaya yeteceğini hissederim. Tüm kutsal kitaplar mesela tek bir kelimeyle özetlenebilir: Sevgi...
Bunun gibi, kalın kalın romanlar da tek bir değerli cümlenin açılımıdır sadece.
Son 10.5 yıllık sürecin de bende tek karşılığı var: Devrim. Biliyorum aslında böyle yazmamak lazım. Bizim mahallede hiç havalı değil çünkü. Y veya Z kuşağından değilim. 80 darbesini, 93 darbesini, 97 darbesini çok iyi hatırlıyorum. Son 10.5 yılda yaşanan gelişim, benim için hayatta kalmak ile kalmamak, onurlu yaşamak ile aşağılanmak arasında bir netliği ima ediyor.
Bu devrimi kimin yaptığı ile hiç ilgili olmadım. Bugün, iktidarda 10.5 yıldır CHP veya MHP de olsaydı, aynı satırları yazacaktım. Dindarlara ayrı bir sempati besliyorum, ama bu üstenci bir bakışı ima etmiyor. Oldum olası, dindarlara, taşralılara, başörtülülere veya kadınlara, fakirlere, artık ne kadar dezavantajlı 'out' kesim varsa, onlara yönelik üstenci bakışa tepkili oldum. Bunun matah bir şey olmadığını biliyor ve bunun ülkemizde hala övülecek bir pozisyon olmasına daha da öfkeleniyorum.
Ama maalesef durumumuz budur ve bu durumdan çıkmanın yollarına bakmak gerekir.
Bu ülkede ilk -benim de dahil olduğum- azınlıkları tasfiye ettiler. Ardından Kürt, Alevi, dindar kıyımları geldi. Derken Soğuk Savaş'ın bittiği 1990'lı yıllara ulaştık. Tehlikenin farkına varılmış olmalıydı. Zamanın ruhu 'değişim' diyordu çünkü ve...
1993...
1993 yılı adı konmamış bir darbe yılıdır. Asker ve derin devlet, Özal ve çözüm yanlılarına suikastlarla darbe yaptı. Bingöl, Başbağlar, Madımak katliamları, Adnan Kahveci, Bahtiyar Aydın, Eşref Bitlis cinayetleri...
Y ve Z kuşakları o günleri bilmiyorlar. Ne iyi ki öyle. İnşallah gençlerimiz, çocuklarımız gelecekte benzer fenalıklara hiç tanık olmazlar. Olması gereken bu 'bilmeme' durumu zaten ama...
Ama biz geçmişe tanık olanlar, henüz tehlikenin geçmediğini biliyoruz.
Demokrasi, varılacak bir sabit hedef değil. Altı delik bir kovaya su doldurmaya benzer. Sürekli ve aralıksız, demokrasinin ihtiyacı olan özeni, çabayı göstermek zorundasınızdır. Tabii ki yıllarca biriken demokratik kültür bagajı çok değerlidir ve krizlerde çok işe yarar. Ancak, her zaman birden bire geri gitme riski vardır. Bugün, ekonomik krizle birlikte, Avrupa'da baş gösteren ırkçılık gibi mesela.
Güvenlik ve özgürlük makasının hep özgürlüğü yontuğunu biliriz. Oysa, daha özgür bir ülke, daha güvenli bir ülkedir. Tersinin ise bir garantisi yoktur.
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük projesi Çözüm Süreci'dir. Bazıları için, Suriye ve Mısır'da ölen insanlar gibi, sekiz aydır ölmeyen gençlerimiz birer istatistik olabilir. Çoğumuz için değil. Aklıma sürekli bu geliyor ve sürekli mutlu oluyorum.
Bu hissin, romantik veya gerçekdışı bir tarafı yok. Sürecin merkezinde tam da bu duygu olmalı. Herkes, gençlerimizin hayatta kalmasını önemsemeli, bunu ilk sıraya koymalı ki, ölçüler şaşmasın. Yoksa Erdoğan'la boğuşayım derken, asla kabul edilemeyecek bir yerde bulabilir insan kendisini.
Yeminli Erdoğan düşmanlığını anlıyor, deneyimliyoruz her gün.
Bir de 'her ahval ve şeraitte muhalif kalma' gibi bir ruh hali var buna ilaveten. Formül şöyle: Sürekli öfkeli ve istim üzerinde olacaksın. Her şeye karşısın. Hele hele iktidarda muhafazakar bir parti varsa, tadından yenmez. Çözüm Süreci'ymiş, yoksullar hastane kapılarında artık ölmüyormuş vs. umurunda olmuyor. Tabii, elini taşın altına sokmak gibi lüzumsuz işlerle de uğraşmaya zaman yok. Muhalefet ederken, bunlarla vakit kaybetmek herhalde ki yanlış olurdu. Tabii, bu arada halkla da ilişki kurmak mümkün olmuyor ama, kurulsa ne olacak zaten diye düşünülüyor, ki isabetli. 'Makarnacılar' eninde sonunda gidip AK Parti'ye oy verecekler. Boşuna askerle iş tutulmuyor bunca yıldır. Dört darbe, sayısız siyaset mühendisliği boşa gitti, onca emek heba oldu bu ülkede.
İki tür 'muhalefetin' de birleştiği nokta tembellik ve fiilin anlam kaybı. Yani muhalefet filan değil bu. Muhalefet asil bir kavram ve asil bir duruştur. Çoğu şeyimiz gibi, muhaliflik konusunda da kazık yiyoruz. Biri kendisini AK Parti, daha doğrusu Erdoğan karşıtlığında, diğeri de ebedi muhaliflikte sabitliyor. Gerçekten çok özeniyorum bazen. Hep havalı, hep haklı ve hep öfkelisin. Vicdan kuaförlüğü kursunu bitirmek yeterli oluyor ki, onu da çoğu köşede deneyimli yazarlar sürekli amme hizmeti olarak sunuyorlar yıllardır.
Ama havalı görünen değil, gerçekten iyi olan şeylere heves etmek lazım.
Yorum Yap