- 16.05.2011 00:00
Bir yandan barış yolunda adımlar atarken, bir yandan savaşabilmek bize özgü mü bilmiyorum, ama çok acı.
Utanç verici...
İsyan ettirici...
Başbakan Kürt açılımını ilan eder ve savunurken, “Analar artık ağlamasın” diyordu.
Ama analar ağlamaya devam ediyor hâlâ.
Silopi’de öldürülen iki gencecik polisin anneleri ağlıyor.
Evvelki gün Uludere’de öldürülen 12 gerillanın anneleri de ağlıyor.
Hem de Öcalan’ın “Devlet”le görüşmelerin çok iyi gittiği ve görüştüğü ekiple çok iyi anlaştığını söylediği...
Leyla Zana’nın “İnkâr dönemi bitti, çözüm süreci başladı” dediği...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Sayın Başbakan 1 haziranda herkesi tatmin edecek açıklamalar yapacaktır. Çözüm için yaptıklarımızın on mislini yapacağız” diye ümit verdiği bir dönemde...
Gençler ölmeye devam ediyor.
Çoğunluk fakir Türk ve Kürt çocukları.
Bismil’den son üç yılda 600 Kürt genci dağa çıkmış, bunların 400’ü ölmüş. Yerine sürekli yeni gençler çıkıyor. Öleceklerini bile bile, öldürülen ağabeylerinin, kardeşlerinin, kuzenlerinin yerlerini alıyorlar inatla.
Çünkü onlara savaşmaktan, ölmek ve öldürmekten başka seçenek sunulmuyor.
Ben bu durumu anlayamıyorum.
Askerin ve PKK’nın içindeki Ergenekon veya savaşın devamından yana olan güçlerin barışı sabote ettikleri doğru olabilir. 12 gerillanın öldürüldüğü son operasyonun da altından pis kokular geliyor.
Arkadaşım Emre Uslu üzerinde çalışıyor, olgunlaşınca yine bizden okursunuz. Seçimlere yaklaştıkça artan ölümler, başka nasıl açıklanabilir ki zaten?
Son periyodu 30 yıl sürmüş bir savaşta, her türlü zehirlenme olur, çürüme olur.
Savaş, zaten çürümenin tam kendisi değil mi?
Öcalan, Ecevit, Özal ve Erbakan dönemindeki barış denemelerinin nasıl sabote edildiğini, Bingöl’de 33 silahsız askerin öldürülmesi olayının bir ihanet olduğunu, devam eden görüşmelerin iyi gittiğini ve sabote edilmesinden korktuğunu sürekli söylüyor.
Elimizde her biri bin acıya mal olmuş bunca bilgi ve tecrübe varken, Türk-Kürt gençlerinin ölmesine engel olunmamasını hazmedemiyorum. Zaten birbirimize güvenimiz pul olmuş, her bir cenazede karşılıklı kin ve nefret sürekli artıyor.
Barışı ağırdan almanın maliyeti ne olacak acaba?
Barışa hazırlıksız yakalanmanın?
Kaç tane Türk-Kürt genci ölecek daha?
Bizi savaştan vazgeçmeye ikna edecek ölümlerin toplam sayısı kaç acaba?
Geçen cumartesi Diyarbakır’da düzenlenen mitingde konuşan Altan Tan şöyle diyordu: “Bugün sabrın tükendiği gündür, bize sabredin diyorlar. Tahammülünüz kaldı mı?”
Ve on binlerce kişi tek bir ağızdan “Hayır” diye cevaplıyor onu. Devam ediyor Tan: “On binlerce evladınız dağda yaşamını yitirdi. On binlerce kardeşimiz cezaevinde, yüz binlercesi Avrupa’da perişan. Bunların beklemeye tahammülü var mı? [Başbakan’a] Kasımpaşa kriterlerini uygularım diyorsan, biz de sana Bagok’un, Cudi’nin kriterlerini uygularız.”
Savaşın dili bu.
Mağduriyet ve haklılık bu gerçeği değiştirmiyor.
On binlerce Kürt gencinin ölmesine isyan etmenin dili, başka on binlerin ölmesini ima etmemeli.
Böyle bir seçeneğimiz hiç olmamalı.
Siyaset yapmak üzere Meclis’e girmek isteyen, benim de gönülden desteklediğim değerli insanlar, en zor, en kederli, en sıkışık zamanlarda bile yaşanan haksızlığı barışın dilini kullanarak anlatabilmeliler. Leyla Zana gibi...
“Bugün sabrın tükendiği gündür.”
Peki “Sabrın tükendiği o son gün”den bir sonraki günde ne olmasını bekliyoruz?
Topyekûn ve hepimizi yok edecek bir savaş mı?
“Bana peki bunca genç art arda ölürken senin önerin ne?” diye sorabilirsiniz?
Savaş olasılığı arttıkça barışa daha sıkı sarılmak.
Şu savaş dilinden topluca kurtulmak.
Hakkını aramanın, bugün Kürtler için çok daha geniş kanalları var. BDP güçlü ve itibarlı bir liste ile Meclis’e girmek üzere.
Haksız yere yapılan operasyonları, ölen gerillaların bölgede yarattığı öfke ve kederi, ama daha çok bunun nasıl bir oyun olduğunu Türkiye kamuoyuna anlatabiliriz hep birlikte. Hükümeti, devleti ve PKK’yı barış için daha hızlı ve samimi olmaya zorlayabiliriz, zorlamalıyız. Savaş seçeneğini bırakın böyle rahatça kullanmayı, aklımızdan bile kazıyıp atabilmeliyiz.
Öcalan son konuşmalarında, yaşanan son olayları “Provokasyon sözcüğü, olan bitenler karşısında hafif kalıyor” diyor.
Peki ya bizim barış karşısındaki kararlılığımız?
Çok hafif kalmıyor mu?
markaresayan@hotmail.com
Yorum Yap