- 21.03.2013 00:00
“Başbakan’ın iki hatası” başlıklı yazımda, barış sürecine başkanlık sistemi tartışmalarını katmanın ve medya ile kavga etmenin iki önemli yanlış olduğunu söylemiş ve Hasan Cemal’in hedef alınmasını eleştirmiştim. Bugünkü yazıyı yazarken ise Hasan Cemal’in Milliyet’te yazamadığı bir ortamda yazmanın üzüntüsü ile doluyum. Aynı yazıda, Yalçın Akdoğan’ın reddettiği üzere, doğrudan bir talimat olmasa bile, gazete patronları- iktidar ilişkisinin böyle olduğu bir ülkede, en büyük sorumluluğun hükümete ait olacağını belirtmiştim.
Hükümetin, faydacı bir noktadan baksa bile, bu ayıbı üstlenmiş olmakla alınan hasarın, Hasan Cemal’inMilliyet’te yazamamasından doğacak “faydadan” büyük olduğunu fark etmesi lazım. Üstelik, yine faydacı bir noktadan bakılsa bile, John Stuart Mill’in altını çizdiği gibi, bastırılan fikir, doğru ve yanlışlığından bağımsız olarak dokunulmazlık kazanır. İktidar gücünü sırtına alan veya yasaklanarak dokunulmazlık kazanan karşıt fikirlerin ise özgür bir tartışma ortamını sağlamayacağı açıktır.
Eleştiriyi tam yapmak
Hasan Cemal olayında tabii ki sorumluluk sadece hükümetin değil. Özgürlükler ve haklar sadece iktidarın yanlışı kendiliğinden fark etmesini bekleyerek genişletilebilir mi? Hangi maddi kayıp ve hangi endişe, Hasan Cemal’in yazısının yayımlanmamasının sorumluluğunu almaya eşdeğerdir? Peki, ilk sayfada, Cemal’in işten çıkarılmış değil de, kendisi ayrılmış gibi olayı çarpıtan bilgi notunun sorumluluğunun altına girmek nasıl açıklanabilir? Milliyet’in övünerek ilan ettiği basın etiği ilkelerinin neresine denk geliyor bu tavır? Peki, sus pus kalarak çiçek böcek yazan, Cemal’in Milliyet’teki meslektaşlarına ne demeli?
Barış da gelir, ayıp da kalır
Nitekim, PKK’nın bugün Öcalan’ın çağrısıyla silahları bırakacak olmasına dair süreçte yaşanan tartışma da sağlıklı bir mecrada ilerleyemedi. Hasan Cemal olayı ile birlikte artık daha zor tartışacağız. Ama bu zoru başarmak, demokrasi ihlallerini eleştirirken, barış sürecine de destek olmak durumundayız. Burada birbiri içine sokulan kavramların ayıklanması şart. Bunun için de bir üslup standardına ihtiyacımız var. Niyet okumalar, lümpen, çoluk çocuk, suçlamaları, tartışmanın anlamının içini boşaltan bir tutum.
Demokrasi olmadan barış gelmeyeceği, Hasan Cemal’in yazamadığı bir ülkede barışın kurulamayacağı savları kulağa çok çekici gelse de doğru değil. Ne iyi ki hayat daha karmaşık. Bunu savunanlar içine düştükleri paradoksu aşamıyorlar. Barışı “mükemmel bir demokrasi ânına” endekslemek, bu olmadan mümkün olan barışın sahihliğinden kuşkulanmak, sosyolojik tüm kuralları gözden kaçırıyor. Şiddeti sona erdirme iradesine kavuşmanın kendisi bile demokrasiye hizmet eder. PKK silah bıraktığında da mükemmel bir demokrasiye kavuşmayacağız. Ancak önemli bir eşik atlanacak. Bu bakışı eleştirirken kimsenin gözüne barış pankartı sokma, insanları Ergenekoncu ilan etme gibi bir niyetim olmadı. Ancak bunu iddia etmek de, başka türlü bir sansür uygulamak demek. Kendisini kutsallaştıran, eleştirilemez bulan bir aydın kibri de artık günümüzde iyice sırıtıyor. Bunların hepsi kısa zamanda değişecek. Siyaseti, aydınları, toplumu ile zırıl zırıl ataerkil, totaliteryenizme, gerontokrasiye eğilimli, faydacı ve kompleksliyiz. Bu süreçte bunları da fark ederek değişeceğiz umarım.
Birgül Ayman Güler’in cevabı
Aşağıda CHP’de sonun başlangıcı başlıklı yazıma Sayın Birgül Ayman Güler’den gelen itiraz var. Sarf ettiği söz kamuya mal olduğu için bilindiğini farz ederek kısaltarak kullanmıştım. Arada nüans olduğu konusunda Sayın Güler haklı. Olduğu gibi yayımlıyorum.
Sayın Markar Esayan
Taraf Yazarı
Yazınızda, doğru olmayan sonuçlar yaratan iki nokta vardır: İlki, “Birgül Ayman Güler’in “Türk ve Kürt eşit olamaz” çıkışı..... cümlenizle ilgilidir. Sözün doğrusu şudur: “Türk ulusu (milleti) ile Kürt milliyeti eşdeğer görülemez”. İki söz dizimi arasındaki fark, ilkinde insan temelinde karşılaştırma; ikincisinde anayasal - siyasal kuruluş karşılaştırması yapılması nedeniyle çok büyüktür. Söz konusu konuşma, anayasa değişiklikleri ile ilgilidir; TBMM konuşma metnine bakarsanız, bu özelliği açıkça görebilirsiniz.
İkincisi, “Daha sonra partideki ulusalcılar Muharrem İnce’nin sözcülüğünü yapacağı bir karşıbildiri hazırlığına girdi. Konu Baykal’ın itirazına takıldı. Baykal daha sonra grupta bir konuşma yaparak bu sert çıkışı partiyi zor durumda bırakacağı için dengeledi.....” sözlerinizle ilgilidir. Sayın Baykal’ın grup konuşması 12 Şubat 2013, Sayın Muharrem İnce’nin açıklaması 28 Şubat 2013 tarihlidir. Bu iki konuşma arasında “itiraz”, “itiraza takılma”, “dengeleme” gibi hiçbir bağlantı yoktur. İlgilerinize sunarım.
Birgül Ayman Güler,
İzmir Milletvekili.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap