- 21.02.2013 00:00
Türkiye bir süredir bu ülkenin kuruluşundaki hataları tashih etmek üzere önemli bir değişim süreci içinde. Eski rejimin sorun yaratan, hâliyle o sorunların çözümünde de direnen devlet yapısı ve zihniyetini tasfiye etmeye çalışıyor. Bu değişim talebinin ardında iki büyük kitlenin, yani Müslümanlar ve Kürtlerin olması sürpriz değil. Bu iki kesim otoriter Kemalizm karşısında doğal müttefikler. Tabii onlara liberaller, özgürlükçü solcular ve çeşitli STK’lar da eşlik ediyorlar. Ancak Kemalist statükoya parlamenter rejim kuralları içerisinde denge sağlayabilecek, hatta son on yılda olduğu gibi iktidarı onlardan söküp alabilecek bir halk desteğine ancak dindarlar sahipti. Yaşanan somut gerçek bu tesbiti doğruluyor.
Dindarlardaki bu hareketlenme, 28 Şubat kırılmasının AK Parti gibi bir siyasi parti üretmesi ile mümkün oldu. 1970’lerde Erbakan’ın başlattığı ve evlerin içine giren taban hareketinin üzerine Özal deneyimi eklendi ve yapılan hataların ciddi bir özeleştirisi ile birlikte güçlü bir iktidar yürüyüşü başladı. Türkiye’nin en büyük sorunu, anayasalarına ve devlet kurumlarına yansıyan, merkeze konmuş Türk etnisitesi ve diğer halkların Türkleştirilmesi projesiydi. Türk kelimesinin bir üst kimlik olduğu hep iddia edildi ama bu, uygulamada hiç böyle olmadı. Bu anlayış yüzünden Kürtler başta olmak üzere Türk olmayan Türkiyeliler çok acı çekti, bedel ödedi.
Ancak sorun sadece Türk olmakla da bitmiyordu ki! Mezhep dayatması da vardı, dil dayatması da, ideoloji dayatması da. Aleviler Türk olmakla kurtulamamışlar, büyük bedeller ödemişlerdi. Zihniyet, şiddete ve ayrımcılığa dayandığı için, küçük bir elit dışında bu ülkede kimse mutlu olamadı. Türkler de bu sorundan nasiplerini aldılar. Ülke hep kardeş kavgasına, fakirliğe mahkûm oldu. Aslında Türk-İslam sentezine oturan Atatürk milliyetçiliği diye yutturulan şeyden, bu ülkede kimseye hayır gelmedi.
Yeni İmralı süreci ile birlikte, milliyetçilik de ciddi anlamda tartışmaya açıldı. Ortak yaşam ve toplumsal barışın içine bir Truva atı gibi sokulan milliyetçiliği içimizden söküp atmadan, sadece Kürt ve PKK konusunu değil, hiçbir sorunu tam olarak çözmek mümkün değil. Ancak milliyetçiliğin zihinlerimize taktığı prangalardan kurtulabilirsek yıllanmış bu sorunları aşabiliriz. Düşünsenize, darbeciler bir anayasa yapıyor ve ona “değiştirilemez, değiştirilmesi bile teklif edilemez” maddeler ekliyorlar. Bu aklı ve değişimi hiçe sayan saçmalığı savunanlar ise Türk milliyetçiliğinden dem vuruyorlar.
Başbakan Erdoğan, İmralı süreci ile birlikte sık sık etnik milliyetçilik üzerine konuşuyor. Mardin’den sonra salı günkü grup konuşmasında da milliyetçiliği yerden yere vurdu. Şöyle ki: “13 yıl önce yola çıkarken, etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe karşı olduğumuzu söyledik. Biz Kürt milliyetçiliğini de ayaklarımızın altına alıyoruz. Laz, Türk ve Arap milliyetçiliğini de ayaklarımızın altına alıyoruz. Hepsini ayaklarımızın altına alıyoruz. Çünkü değerler silsilesi içerisinde böyle ırki, kavmiyete dayanan milliyetçilik yoktur. Bu şeytandandır.”
Başbakan aslında İmralı sürecini de sonuca götürecek çok önemli bir piar çalışmasına girişmiş durumda. İmparatorluk çökerken içimize giren bu virüsün sökülüp atılması için, Başbakan’ın meşruiyetine ve karizmasına sahip bir liderin bu kadar kararlı ve kesin konuşması, bunu sürekli olarak tekrarlamasını çok değerli ve etkili bulduğumu söylemeliyim. Onun bu sözlerine MHP ve CHP’den tepki gelmesi normal. MHP etnik bir milliyetçilik üzerinden varlığını sürdürmeye çalışıyor, CHP ise tam da bu ülkenin Kemalist kurucu ideolojisi bu olduğu için, yani bu türden bir milliyetçiliğin tasfiyesinin kendi tasfiyesi de olduğunu bildiğinden tepki veriyor.
Her hâlükârda zaman doğru yapanı ödüllendiriyor.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap