- 18.02.2013 00:00
Dün yazıyı yazmaya oturduğum sırada Başbakan Erdoğan’ın İmralı’ya gidecek isimlerin kendilerine iletildiği ve akşam Ankara döndüklerinde isimlerin netleşeceği açıklaması düşmüştü ajanslara. Bugün Adalet Bakanı Ergin’e resmen iletilecek isimlerin Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk ve Pervin Buldan olduğu biliniyordu. Hükümetin bu isimlere vereceği tepki ne olacak şu an için belli değil. BDP’nin beklentisi onay göreceği yönünde. Siz bu yazıyı okurken bu konu netleşmiş olabilir.
Erdoğan’ın en geç bu hafta heyetin İmralı’ya gideceğini kesin dille belirttiğini biliyoruz. Bunun dışında Selahattin Demirtaş bir hafta önce “İmralı sürecini BDP olmadan da sürdürebiliriz gibi bir yaklaşım varsa, sürecin İmralı boyutunu dışarıdan destekleyebiliriz” diyerek “BDP İmralı’ya gitmezse her şey biter demedik, demiyoruz” ifadesini kullanmıştı. Bu olumlu yaklaşıma göre, isim konusunda bir tıkanma yaşanmayacağı, bu hafta İmralı’ya bir heyetin gitme olasılığının yüksek olduğunu varsayabiliriz. Süreci dışarıdan bile destekleyecek kadar önemseyen BDP, isim konusunda haklı bile olsa bir kriz yaşanmasının önüne de geçecektir. Siyasetin imkânları bunu sağlamakta.
BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık da Bursa’da yaptığı konuşmada “Devletin geldiği noktayı önemsiyoruz. Evet, doğru adreste doğru görüşmeler yapıyorsunuz. Biz bunun bedellerini ağır ödedik ama doğru olmanız bizi sevindiriyor, bizi yüreklendiriyor” diyor ve ekliyordu: “PKK bu barış görüşmelerini engellerse biz PKK’nın yakasına yapışırız.”
Şimdi biraz da kitabın ortasından konuşalım. Çok açık ki Silvan provokasyonu, açılımı, ama doğrudan Öcalan’ın meşruiyetini hedef alan bir saldırıydı. Bir süre için ‘başarılı’ da oldu. Öcalan’a tecrit ağırlaştırıldı, şiddetin hâlâ masada olması, süreci çökertmişti. Ardından Uludere faciası yaşandı. Uludere, AK Parti hükümetinin iktidarı boyunca cevap veremediği, bocaladığı belki de tek ve en büyük krizdir. Sanırım Silvan Öcalan, Uludere ise Erdoğan için yeni İmralı sürecini mümkün kılan bir “Gestalt switch” niteliğinde oldu.
Bu süreci mümkün ve değerli kılan, Öcalan’ın eskisinden farklı olarak örgütün şiddet potansiyelini masadan bir pazarlık unsuru olarak kaldırmasıdır. Erdoğan’daki fark ise, işin riskinin aslında ne kadar büyük olduğunun kavranması, görüşmelerin şeffaf ve denetlenebilir olmasının başarı için şart olduğu, toplumsal desteğin de bu şeffaflıkla daha yüksek düzeye çekilebileceğinin görülmesidir. Nitekim böyle de olmuştur. Bugün savaşın devamından yana olanlar, seslerini yüksek sesle çıkartamayacakları bir barış baskısı altındadır.
Kitabın ortasından konuşmaya devam edelim. Kandil, Avrupa, BDP ve Kürt olmayan “ilgili” çevrelerden Öcalan’a gelen “toplu destek”, Öcalan’ın bu pozisyonundan herkesin memnun olduğu anlamına gelmiyor. Öcalan’ın süreci sekteye uğratan Paris saldırısını tartmak ve anlamak istemesi de bundan. BDP’nin ve Kandil’in olumlu açıklamaları ortadayken, gelinen noktanın çok gerisinde kalan “Sorun Öcalan’la değil, BDP ile çözülür” tezleri, kamuoyundaki olumlu havaya yönelik “PKK terör örgütü değildir” “Asker çıkamıyor, biji Apo serbest” çıkışları, Erdoğan ve Öcalan’a rağmen konuşamayanları tercüme etmek için ortaya dökülüyor. Diyarbakır’da üç Kürt kadının cenaze töreninde Öcalan posterlerinin açılmaması, 4 ocakta Ada’ya giden heyetin Öcalan’dan duyduklarını açıklama görevinin Başbakan’a düşmesi ve mesela evvelki gün Lale Kemal’in yazdığı gibi, Öcalan’ın “Kürtçe anadil konusunda kriz yaratmayın, bu ileride çeşitli düzenlemelerle hallolur” gibi mesajlarının ise dolaşıma hiç sokulmamasından bu rahatsızlığı anlayabiliyoruz.
Barış hamlesinin yöntemine, içeriğine, stratejisine itirazlar tabii ki olabilir. Eminim Kürtler ve Türklerde buna dair itirazları olanlar vardır. Ama barışın kendisini risk olarak görmek ve bugüne kadar atılmış en önemli barış adımının değerini seyreltmeye çalışmak pek ahlaki değil. Bu süreçte rol alanları sevebilir, onlara alerji duyabilir veya güvenmeyebilirsiniz. Ancak net olmakta fayda var. Sürece itirazı olan bunu net söylemeli ve gerekçelendirmeli ki, barışa ola ki bir katkısı olsun.
Bu anlamda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na da önemli bir görev düşüyor. Son Baykal hamlesinden sonra 5N1K’ya verdiği “Devletin İmralı ile görüşmesine karşıyım, âkil adamlar görüşsün” demeci dikkatimi çekti. Bu, darbenin amacına ulaştığını mı gösteriyor, yoksa Kılıçdaroğlu yine durumu idare mi etmeye çalışıyor göreceğiz.
Yüksek toplumsal destek sizi yanıltmasın, İmralı süreci ciddi risk altında yürüyor ve bu süreci sırtlananlar göründüğünden çok daha yalnız.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap