- 20.01.2013 00:00
Doğrusu Hrant Dink hakkında duygusal bir yazı yazmak istemiyorum. Duygusallığın bir zayıflık emaresi olarak görüldüğü, ağlamanın, duygularını göstermenin, yani çıplak kalmanın insanları ölümüne korkuttuğu bir coğrafyada yaşadığımızdan değil bu. O noktaları çoktan geçtik.
19 Ocak 2007’de çoğu endişelerim, toplumun, cemaatimin eğiliminin aksine tuzla buz oldu bende. Birkaç saniyelik bir şeydi. En kötüsü ölmek, öldürülmekse... “O birkaç saniyeden kaçmak için, insanın hayatı boyunca kendisini saklaması, kılıktan kılığa girmesi ne kadar feci” bir şey diye düşündüm. Hrant da endişelenmişti herhalde. Gidebilecekken gitmemişti ama... Gitmesinin bir çare olmadığını, aslında giderse gerçekten “yok edilmiş” olacağını biliyordu sanırım. Kendisi olmaktan vazgeçmedi. Kendisini terk etmedi. Bu yüzden Hrant Dink o.
Duygusal bir yazı yazmama isteğim, sanırım öfkeli olmaktan kaynaklanıyor. Hrant’ın öldürülebilmiş olduğu kendi ülkemde hâlâ dert anlatma, bunu da “Ermeni olmayanların” hassasiyetlerine dokunmadan yapma, yani Hrant’ı mümkün olduğunca “yerli” ve “bizden” gösterme hâllerini çok itici buluyorum. Buna mecbur kalma hâllerini de... Ama ne yapalım ki, böyle bir ülkem var. Sabretmek ve kaybın ne kadar bize dair olduğunun anlaşılmasını beklemek, hatta buna katkı da sunmak durumundayım. Ama ben bunu bu yolla yapmadım, yapmayacağım da. Hrant’ın acısını ayakkabısının deliğinden görebilen bir ülkede yaşamak kolay değil. Hrant Dink yoksulluktan geliyordu ama, yoksul değildi. Çok başarılı bir işadamıydı aynı zamanda. Buna bile lades dedik.
Altını hep çizdim; Hrant Dink’in öldürülmesi bir milattır. Gözümüze sokulmuş bir “yeniden doğuş fırsatı” veya “artık kötü ecdatları suçlayamayacağımız bir kötülüğü bilinçli seçme”nin yol ayrımıdır. Türkiye şimdi bunun seçimin yapıyor. Kaçış yok.
Kimsenin Ermenilere veya başka sayıca azlara Millet-i Hâkime rolleri kesmesine ihtiyaç da yok. Kimseye emanet değiliz. Böyle bir bakış yeni totaliterlikler doğurur. Bunun da artık fark edilmesi gerekir. “Kardeşlik”, “emanet” gibi kavramlar üzerine yeni hiyerarşiler kurma gayretleri, bu geçiş döneminin bir özelliği olsun, bunları artık terk edelim derim ben. Kibir ve kompleks bir madalyonun iki yüzüdür, her an birbirine dönüşür çünkü.
Hrant Dink cinayetinin tüm yönleriyle açığa çıkması ile Ermeniler daha fazla mutlu ve zengin olmayacaklar, bu ülkenin tüm insanları bu sayede daha demokratik, özgür ve zengin bir ülkede yaşayacaklar. Dink cinayeti aydınlandığında biz Ermeniler özel bir minnet de duymayacağız. En azından kendi adıma ben duymayacağım. Üzerine bir de özür bekleyeceğim. Olması gereken çok geç, çok acı vererek ve pespayece gerçekleştiği için.
Bunun gibi, mesela 36 Beyannamesi gibi bir devlet zulmünün sona erdirilmesi, gasp edilen vakıf mallarının sadece yüzde onunun iade veya tazmin edilmesi karşısında ise inanın gözlerimiz minnetle dolmuyor. O malların hepsini iade edecek devlet. Bu zulmü AK Parti hükümeti kaldırdı, bunu önemseyeceğiz. Ama yarım yamalak işlerin de takibinde olacağız. Her şey tam ve eksiksiz yapıldığında da, dediğim gibi, bunca yıl çekilen, çektirilen acılar için üzerine bir de özür bekleyeceğiz.
Mağduriyet kıskacından ve geçmişin melankolisinden çıkmak da bizlere düşen görev. Ermeni olmanın ne kadar zor olduğundan bahisle sürekli sızlanıp 1915 öncesini yâd etmek, dolu dolu gözlerle mızmızlanmak yerine, bugünü nasıl daha yaşanılır kılarız bunun derdinde olmak lazım. Yapılan iyi işleri yok saymamak, yıkıcı olmadan eksikleri takip ve deşifre etmek, elini taşın altına sokmak ve sonuç almak... Aldığımız her sonuç toplam mutluluğu arttıran bir etkiye sahip çünkü. Hem Ermeni hem vatandaş olunabileceğini görmek, göstermek. Bunun bir kuruş altına razı olmamak. Bu bir ilke meselesi.
Osmanlıyı da öyle yüceltmeye gerek yok. 19. yüzyıl boyunca Anadolu bir mezbaha gibiydi. 21. yüzyılda tebaa sisteminin nimetlerini mi anlatacağız birbirimize, ayıp! Tahta çanlar, her dinî kesimi belli eden ayrı renklerde kıyafetler, Hıristiyanların adının bile Müslümanlık üzerinden gayrımüslim olarak telaffuz edilmesi, bir gayrımüslimin Müslüman karşısında tanıklığının geçersiz olması, kaldırımdan yürüme, Müslümanlardan yüksek ev yapma yasaklarını mı devri saadet kabul edeceğiz?
Bu ülkede yapacak çok iş var daha. Son on yılda çok yol kat ettik. Ama değişim tamamlanan bir şey değildir, bitmeyen bir süreçtir. Sürekli çaba göstermek gerekir. Bir menzil varmış da ona bir gün erişecekmişiz gibi düşünmek insanı yorar, umutlarını tüketir. Yaşam bu çabalama, direnme hâlinin kendisidir. Birey olarak da toplum olarak da bu böyledir. Rahmetli bir akrabam “Bir günlük aş, on günlük çalışma” ister derdi. Pavlus ise “Çalışmayan ekmek de yemesin” diyor.
Biz bugünün işini yapalım, doğru ve vicdani yerde duralım. Gelecek her hâlükârda gelecek. Geleceği ise bugünkü tercihlerimiz belirleyecek.
Nur içinde yat Hrant Ahparik.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap