Fırtınanın gözüne bakmak

  • 2.12.2012 00:00

 Geçenlerde bizim Etraf ekinin psikanaliz dosyasında okuduğum o cümle kafama kazınmış. İlgili uzman “herkes hastadır” diyordu. Ben de bu konuyla ilgilendiğimden beri bunun böyle olduğunu düşünmüştüm. Hasta olmak.. ideal durumda olmamak, istenen noktaya uzak düşmek.. hassasiyetimiz olan konularda incinmiş ve zayıf hissetmek. İyi hissetmemek, endişe ve korku dolu olmak. Güven eksikliği.. sevmeyi becerememekten çok, sevildiğini seçememek, hazmedememek, iyi olma ihtimalleri belirdiğinde, o ihtimalin mekânına enlem ve boylam olarak en uzak noktaya kaçma dürtüsüne kapılmak, sonra kaçmak, bazen donup kalmak. Ömür boyu bir eksik duygusuyla boğuşmak, o eksiğin adını bir türlü çıkaramamak. Hatta çıkarma ihtimalleri belirdiğinde onu yok saymak, alıştığını yaşamaya eğilimli olmak. Bir sürü bir sürü kapaklar, zırhlar edinmek. Onların otomatik olarak devreye gireceği düzenekleri ruhumuzun derinliklerine Patriotlar gibi yerleştirmek. Öyle ki hiçbir şey bizi hazırlıksız yakalamasın.

Aslında, bildiğiniz yaşamak bu. Doğmak hastalanmak demek. İyi olmaya çalışmak kadar insani.

Sabahları gözlerimi açtığımda, haliyle önce odamın beyaz tavanını görüyorum. Tabula Rasa’yı çağrıştıran bir sembol. O sırada sanırım bilinçdışım ön belleğe hayatımın devamlılığını sağlayacak bilgileri yüklüyor. Dünkü gecede hangi noktada kalmışsam... Önce kim olduğumu hatırlıyorum. Sonra nerede yaşadığımı, uyandığım bu odanın hangi ülke, hangi semt ve hangi caddede olduğunu ayrımsıyorum. Peki, hangi çağlardayız? Tarih ne? Hızlı bir envanter çıkarmak lazım. Yerinde bulduklarınıza bir tik atıyorsunuz, eksilenlerin yanına bir kısa yatay çizgi. Ortaya son hâliniz çıkıyor. Kendinizi sürükleyerek getirdiğiniz bu son gündeki son hâliniz. Windows’un açılması gibi...

Derken kısa bir şaşkınlık yaşanıyor. Her gün aynı hayata uyanmak ve bıraktığın yerden devam etmek hep bir mucize gibi geliyor. Uyku gerçekten mucizevî ve sırlarla dolu bir yolculuk.

Kutsal Kitap’ta en çok geçen sözcük “Korkma!”...

Sonra yine ilk sıralarda “Sevgi” geliyor.

İnsanların en çok reddettikleri iki duygu. Korktuğunu da, sevdiğini de ne kadar zor ifade eder insan değil mi? İkisinde de zayıf ve çıplak. Sevildiğini fark etmek ise çok daha yakıcı bir duygudur. Kendinize o kadar olumsuzluk, değersizlik yüklemişsizindir ki, Almanya yenildiği için Osmanlı’nın da yenilmiş sayıldığı zırvası gibi, sizi seven kişi birden gözünüzden düşer. Ya da, bu haksızlığı ona yapmamak adına başka bir uca savrulur insan, “Beni çözecek ve terk edecek. İyisi mi, önce ben gideyim” der. Hazzı ertelemenin tersi, kontrollü felaket karşılaşmaları.

Hayat ne kadar zor ve bu şeyler ne kadar karmaşık değil mi?

“Zorluk varsa kolaylık da vardır” diyor başka bir kutsal kitap. Sadece, bir nebze ferahlık verir diye söylüyorum, son derece “sıradan” şeyler bunlar. Benim başıma geliyor, sizin başınıza geliyor. Mahalle bakkalı, Prens Charles’tan daha az rafine yaşamıyor bu duyguları. Herkes bunlarla boğuşuyor, sadece söylemiyorlar. Zayıf görünmek, saldırı almak istemiyorlar. İncinmek ve üzülmek istemiyor insanlar. Ne kadar saygıdeğer bir duygu bu. O yüzden dostlarımız, sırdaşlarımız çok ama çok kıymetli.

Ama bazen, bir adım öteye geçiyor, sevmeyi, güvenmeyi, yaşam potansiyellerimizi hayata geçirmeyi de yasaklıyoruz kendimize. Bu iyi bir şey olmayabilir. Böyle yaşamak sizi mutlu ediyorsa, yargılayanları boş verin, bildiğiniz gibi devam edin. Herkes çok özel ve herkesin sadece kendinin yazabileceği tek bir yaşam reçetesi var.

Ama etmiyorsa...

Denemeye devam edeceksiniz. Her sabah uyanıp, o güne kadar getirdiklerinizi kolaçan edecek, yatağınızdan kalkan o son kişi olarak, devam edeceksiniz. İyi hissetmek istiyorsunuz. Bundan daha iyi ne olabilir? Haz kötü bir şey değildir. Tüm yapıp etmelerimizin merkezinde acıdan kaçmak ve hazza ulaşma dürtüsü var. Hatta daha çok acılara atıldığımız kısa devrelerimizde bile, hazzın en çoğunu elde etme dürtüsü var. Tersinden dibini bulmayı ve acıyı, düş kırıklığını tüketmek istediğimiz şövalyelikler.. ya hep, ya hiç. Fırtınanın gözüne bakmak gibi. Ama en nihayetinde, iyi hissetmek, hazzetmek istiyoruz. Yani sevilmek, güvende hissetmek, başarılı olmak. Kendimizi gerçekleştirmek, soğukta kalmamak, iyi yemekler yemek, gezmek, tembellik yapmak, çocuk sevgisini tatmak, tanınmak, hayatımızda bir kerecik olsun bir olayın kahramanı olmak ve bir sürü şey daha.

“Korkma” diyor metinler. Kaybedeceğiniz kuruntularınızdan başka bir şey değil. Korktuğumuz olayların sadece yüzde sekizi başımıza geliyor, biliyor muydunuz? Onlar olduğunda da öyle bir güç geliyor ki insana, kendimizi en geliştirdiğimiz dönemleri yaşayabiliyoruz.

“Yetkin” bir yazı için, sekiz milyar insanla ayrı ayrı ve uzun zamanlar geçirmek gerekirdi belki. Demek istediğim, bu yazdıklarım, tekin olmayan bilgiler, lütfen evde tek başınıza denemeyiniz.


mesayan@markaresayan.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (2)

  • halit ayarcı
    halit ayarcı
    20.09.2012 15:40

    Hayri irdal doğru söylemiş. Alper bey de ödülünü ancak 2027 de Tayyip beyin anıları yayınlandıktan sonra alacak herhalde...

  • hayri irdal
    hayri irdal
    18.09.2012 17:44

    bakalım alper görmüş bu yazdıklarını nasıl "darbe günlükleri"ne bağlayacak. (hani şu aynen balyoz delilleri gibi sadece bilgisayar dosyası olan ama nedense "günlük" denen yazılar var ya) adam senelerdir darbe günlükleri diye diye dilinde tüy bitti, şuna bir ödül mödül verin de dinlensin artık..

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums