- 15.11.2012 00:00
Başbakan her ne kadar açlık grevlerinin gündeme yerleşmesini kasıtlı ve kötü niyetli görse ve böyle telaffuz etse de, kriz soğukkanlı ve doğru yönetilemediği için durum Türkiye sınırlarını aşmış durumda. Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz ve dün Türkiye’ye gelen Avrupa Birliği Raportörü Oomen-Ruijten bu konuda önemli çağrılar yaptı. Grevcilerin iyi muamele gördüklerinden emin olmak istiyor ve krizin bitmesi için iki tarafa da çağrı yapıyorlar. Schulz grevcilere “Eylemi bitirin, siyasi diyaloga girin” derken, hükümete de “Eylemcilerin kaygılarını dikkate alın” diye seslendi.
Bir an evvel çözülememesi ve insanlar hayatını kaybetmeye başlaması durumunda, krizin daha da derinleşeceği, siyasetin zaten darlaşan imkânlarının iyice kısıtlanacağını öngörmek için medyum olmaya gerek yok. Başbakan bu olasılığın kullanılmasını “şantaj” olarak değerlendiriyor. Evet, bu bir şantaj, ama karşılığı olan güçlü bir şantaj. Bunun karşısına Türkiye’ye siyasi paradigma değiştirtecek “idam” kartını koymak teraziyi eşitlemekten ziyade, açlık grevcilerini duygusal olarak tahkim ve tahrik ediyor. Ölümü göze alan insanları hangi tehdit ve restle korkutabilirsiniz ki! Soğukkanlı siyasetçi, beliren tehlikeyi görerek, şantajın amacına uygun hareket etmez.
Açlık grevleriyle ilgili iki tür analiz yapılabilir. İlki genel PKK stratejisi içindeki yeri, anlamı ve etkisi. Diğeri de, meşruiyeti ve etkisi ne olursa olsun yüzlerce kişinin ölüm riskinin şu anki yakıcı gerçekliği üzerinden rasyonel çözüm arama yöntemleridir.
Açlık grevi, bir insanın çaresiz kaldığı bir durum karşısında, hayatından vazgeçerek, yani “bu şartlarda yaşamayı” reddederek yapabileceği en etkili eylem biçimi. Burada güçlü muhatap karşısında başka yol kalmamış olması ve yaratılacak etkinin ne kadar meşru olduğu kriterleri önemli. Gandi’yi hep örnek veririz. Gandi açlık grevi yöntemini uyguluyordu ve çok etkiliydi. Etkisi barış yönündeydi. Çünkü Gandi, sadece Britanya’ya karşı değil, Hindular Müslümanları öldürdüğünde de açlık grevine girebilen bir insandı. Hâliyle bu evrensel ahlaki duruş her yönüyle çok meşru ve etkili oldu.
Başbakan bir konuda haklı. Açlık grevleri talimatı Kandil’den gelirken, Kandil de bu açlık grevleri devam ederken çoluk çocuk, sivil asker bakmadan insan öldürmeye devam ediyorsa, okulları yakıp, öğretmenleri kaçırıyorsa, açlık grevlerinin meşruiyeti sorgulanır, etkisi barışa hizmet etmez. Bu nedenle Başbakan kendi tabanına bu kadar sert konuşabiliyor, çünkü açlık grevlerinin mütedeyyin tabanı üzerinde vicdani bir çatlama yaratacak meşruiyette olmadığının farkında. Kanımca yanlış yapıyor, ama böyle bir konuda popülist davranabilme lüksünün altında bu gerçeklik var.
PKK, BDP ve milliyetçi Kürt hareketi baştan beri bu durumu anlamadı. Geçmişten gelen bu mücadeleye AK Parti’yi alaşağı etmeye endeksleyerek ihanet ettiler. AK Parti’nin eksiği ve fazlasıyla, inkâra karşı farklı çizgisini, yani Kemalist-ulusalcı yöntemden kopuşun yarattığı çatlakta gözüken siyaset imkânını değerlendiremediler, değerlendirmek de istemediler. Türk devletinin güvenilmezliği tarihle sabit. Bir sürü gerekçeyi art arda sıralamak da mümkün. Değişen şartları ve dünyayı anlamak istemiyor ve çözüm kararlılığınız yoksa, bu gerekçelerle sonsuza kadar oyalanabilirsiniz. Şu anda yapılan da bu.
Oysa PKK, BDP’yi domine etmekten vazgeçerek, en azından siyasetin özgürleşmesine müsaade edebilir, şiddetten kategorik olarak çekilebilir, taleplerin Türkiye halklarının nezdinde itibar görmesine yardımcı olabilirdi. Ama, en nihayetinde, PKK da Kemalist cumhuriyetin kodlarıyla kurulmuş, yöntem konusunda Türk devletiyle aynı yerde duran bir hareket. Şiddet, totaliterlik ve fikirsizlik merkezde.
Açılım sürecinde yaşanan krizler, yapılan hatalardan ders alınabilir mi acaba? Yani bu acı süreç, Silvan’ı, Uludere’si ve açlık grevleriyle, bize bir tecrübe kazandırıyor ve barışa alıştırıyor mu? Tarihimizde uzlaşmayla çözülmüş tek bir meselemizin olmamasının nedenini, devleti, hükümeti, örgütüyle anlayabiliyor muyuz biraz? Çünkü ancak barış böyle bir sarsıntıdan sonra gelebilecek. Gerisi statükonun devam etmesidir. Kimin ne dediğinin neyi ne derece farklı ifade edip süslediğinin bir önemi yok. Bu insanlar ölmeye devam edecek demektir.
Bu anlamda Bülent Arınç’ın açlık grevcilerine yaptığı “Ne olur, duyuracağınız her şeyi duyurdunuz, hayatınızı tehlikeye atıp sizi sevenleri daha büyük üzüntülere koymayın. Sizler bizim için çok değerlisiniz” yaklaşımındaki dil önemli. Meclis’teki yasanın geçmesiyle bu çağrı karşılık bulmalı. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, grup konuşmasında yaptığı “Risk alır, elimizi taşın altına koyarız” yaklaşımını da artık itibarlı bir icraata dönüştürmeli, söylemde kalmamalı. Kılıçdaroğlu “AKP Kürt sorununda sıfır sorunla ülkeyi devraldı, bugün akan kandan hükümet sorumlu” gibi popülist yaklaşımlarına son vermeli. Çünkü kendi partisinin sorumluluğu hiç de daha az değil.
Biraz samimiyet, gayret, yaratıcılık ve şiddetten topyekûn tövbe. Formül bu. Yoksa bizler de yüzlerce yıldır barışın açlık grevindeyiz, alıştığımızı yaşamaya çaresizce devam ederiz.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap