Vitesi geri takmak mümkün mü

  • 8.11.2012 00:00

 Başbakan Erdoğan’ın salı günkü grup konuşması önemliydi. Çünkü yardımcısı ve üslup olarak çoğunlukla sağduyulu bir yerde duran Bülent Arınç açlık grevlerine katılanlara insani bir çağrı yapmakla kalmamış, taleplerin karşılanması ile ilgili de konuşarak bu kavrayıcı insani çağrının altını doldurma gayreti göstermişti. Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in Kürtçe savunma konusunda yaptığı çalışma da sonuç verme aşamasına gelmişti. Ancak, idam tartışmasını ortaya atan, açlık grevi yoktur diyerek cezaevlerinde hareketlenmeye yol açan Başbakan’ın oluşan bu olumlu atmosfere nasıl bir “katkı” yapacağı da merakla bekleniyordu.

Ben Başbakan’ın konuşmasında bu sürece zarar vermeme kaygısı güttüğünü gördüm. Sanırım açlık grevlerinin ciddiyeti anlaşılmış vaziyette. Tüm grup konuşması içinde hamasi kısımları bir kenara bırakırsanız bir cümle benim çok dikkatimi çekti. Bunu önemsedim. Başbakan “Bu eylemler tamamen dışarıda siyasi faaliyet olarak yürütülmesi gereken bir mücadelenin, cezaevlerindeki genç bedenlere yüklenmesinden ibarettir” dedi.

Yani Erdoğan, anadilde eğitim, anadilde savunma, Öcalan’ın statüsü ve barınma koşulları gibi konuları, meşru siyaset zemininde kazanılacak haklar olarak görüyor. Bunu siyasetin üstlenmesi gerektiğini ima ederken, mücadelenin kendisini meşru gördüğü ortaya çıkıyor. Çünkü aslında bu sorunu çözmek dışında bir şansın olmadığını, çözüm aşamasında da rakip siyasetin güçlü olmasının kendi işini de kolaylaştıracağını gören bir akıl da orada beliriyor.

Ancak Başbakan’ın söylemi ile hükümetin icraatları arasında, en azından açlık grevlerinin sonlandırılması bağlamında ciddi bir fark var. Öyle ya, bir yandan “Öcalan’ı asmak isterdik” derken, öte yandan “bürokratlarımı gerekirse adaya gönderirim” diyen kişi, aynı insan. Belli ki Erdoğan artık o söylediği ile yaptığı bir olan kişiden uzaklaşma durumunda kalmış, daha farklı bir stratejiye geçmiş durumda.

Demokrasi söylemini bırakarak milliyetçi dile yerleşmede tabii ki yaklaşan seçim maratonu, başkanlık ve Çankaya hesaplarının etkisi olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu, işin tamamını açıklamakta yetersiz. Kürt meselesinde inkârı terk edilmesine rağmen bugünkü sıkışmanın içine düşmüş olmak, MİT krizi ve Uludere’de yaşananların yarattığı altüst oluşu da bu tabloya eklemek lazım. Bu işin ne kadar zor ve tehlikeli olduğu anlaşılmış, bu ciddi bir baskı oluşturmuş belli ki. Sonuçta ortaya böyle parçalı, parçalı olduğu için istikrar vaat etmeyen bir durum ortaya çıkıyor.

Tabii ki Başbakan’ın ne söylerse söylesin hep doğruları yapacağı kanaati ile, ne yaparsa yapsın söylemine odaklanarak olumsuzlama pozisyonunda olunamaz. İki durum da sağlıklı değil çünkü. Niyet değil, olgulara odaklanma tavsiyesinde bulunanlardanım ama, bizim gibi duygusal bir coğrafyada bazen söylem icraatı belirleyen bir etki taşır. Olumsuz söyleyip olumluyu yapmayı başarsanız bile, olumlu icraatın görülmesi de, topluma ulaşması da zorlaşır. Siyaseti doğru analiz etmek sihirbazlık gerektirecek hâle gelir. Öte yandan farklı söyleyip başka davranmak, iki yöntemin amacını birden boşa düşürebilir. Yani bir yandan mesela Kürt konusunda duvara toslar, bir yandan da “milliyetçi” hedef kitlenin kafasını karıştırabilirsiniz.

Böyle durumlarda komplo teorileri de oldukça revaçta olur. Komplo teorileri ile hareket etmek, hataları katlamaktan öteye geçmez. Rasyonaliteden koptuğunuz anda, iradenizi ve kontrolünüzü teslim etmişsiniz demektir. Her eleştiriyi bu komplonun bir parçası gibi görmeye başlar, “düşmanları” alt etmek isterken zihnî bir bataklığa düşebilirsiniz. Bu durum siyasi performansı etkiler, sertleşir ve dar bir çevrede sıkışır kalırsınız. Bu damar sertliği, ciddi hastalıkların da habercisidir.

Ülkenin çok önemli sorunları bulunduğu gibi, ciddi potansiyel ve imkânlarının olduğu da ortada. Yani Türkiye bir yandan yönetilmesi daha kompleks bir ülke hâline geliyor, bir yandan da bunun başarılması hâlinde elde edilecek kazanç katlanıyor. Obama’nın teşekkür konuşmasında olduğu gibi, ABD, dünyanın en güçlü ve en zengin ülkesi olduğu için değil, en demokratik ülkesi olma iddiası ile değerli. Bu öncelik, yani demokrasinin asıl amaç olması, zaten peşinde zenginliği ve gücü beraberinde getiriyor. Bunun başka bir yolu varsa, onu ben bilmiyorum henüz.

Başbakan, demokrasi söylemini yücelttiği döneminde kendi tabanını da bu yönde özgürleştirdi. Bunu geri döndürmek doğru ve mümkün değil. Özgürlük, huzur ve zenginlik talebi karşılanan bir toplum, bunu kendisine sağlayan lideri hedeflerine gönüllü bir şekilde ulaştırır. Bunun en iyi kanıtı herhalde 3 Kasım 2002’den 12 Haziran 2011’e kadar yaşanan süreçtir.


mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums