Suikastı çağırmak...

  • 5.11.2012 00:00

 Geçen hafta merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın mezarından çıkartılan naaşında yüksek dozda zehir bulunduğuna dair Bugün gazetesinin haberi gündeme bomba gibi düştü. Adli Tıp zehrin tipini reddetti ve haberi yalanladı ama, “bazı bulgulara ulaşıldığını” da ifade etti. Açıklamanın bu tarafı muğlâk olduğu için ilk elden henüz kesin bir bilgiye sahip olamadık. Ancak gazeteler haberlerine devam ettiler. Zehrin ismi o olmayabilirdi ama, yüksek dozda zehir bulunmuş, toprak analizleri yapılmış, toprakta ise bu zehre rastlanmamıştı. Önümüzde nihai raporun savcılığa ulaşmasına az bir vakit var. Umarım kamuoyu hızlı ve kâfi miktarda bilgilendirilir. Çünkü bu, hem derin devlet yargılamalarını, hem de derin devletin hâlâ gölgede kalan yapısını bize net olarak gösterecek önemli bir adım olacak.

Biliyorsunuz Özal ölmeden hemen önce bir Orta Asya gezisine çıkmıştı. Ziyaretin son gününde, Kazakistan’da babasıyla yaptığı bir görüşmeden bahsetti Ahmet Özal. “Bana, risk alarak aktif siyasete döneceğini, ülkenin en önemli meselesinin Kürt sorunu ve PKK olduğunu, bu sorunu kesinlikle çözeceğini söylemişti” diyor. ANAP hükümetinin Çalışma Bakanı İmren Aykut da bu tesbiti başka bir televizyon programda doğruluyordu. “Bana Kürt meselesinin ülkenin en öncelikli sorunu olduğunu ve çözülmesi gerektiğini söylediğinde anlam verememiştim. Çünkü Kürt sorunu o dönemde bu kadar öncelikli bir konu değildi” diyor.

Özal eğer zehirlenerek öldürülmüşse, bunun 1988 yılındaki suikast girişiminin devamı olduğu, aynı odakların yarım kalan işi tamamladığı da kolayca söylenebilir. Özal’ın bu suikast işinin üzerine gitmemesi, tıpkı zamanında Ecevit’in kontrgerillayı fark ettiği ve üzerine gidemediği gibi, bu odağın devletin içinde ve çok güçlü olduğu sonucuna bizi ulaştırıyor. Belki de Özal’ın oğluna bahsettiği bu “risk”, siyasi değil, böyle bir tehlikeydi, yani öldürülmek. Özal belki de bunu göze almıştı. Bence Özal suikastın odağını çok iyi biliyordu.

Özal’ın Kürt ve PKK konusunda ne kadar haklı çıktığı ortada. AK Parti’nin, 10 yıllık iktidarını idrak ettiği bu günlerde, karşısında en çaresiz kaldığı konu bu. Erdoğan’ın Almanya ve Kızılcahamam konuşmalarında “Açlık grevi yoktur”, “Taban idamı istiyor” türünden açıklamaları, eleştirdiğimiz tüm diğer sebepler saklı olmak kaydıyla, bu sorun karşısında paralize olmasından kaynaklanıyor. “Açlık grevlerini şantaj yaparak Öcalan’ın eve çıkması mümkün değil” diyor Erdoğan. Doğru. Ama bu mekanik olarak böyle. Bu şantaja mahkûm olmanın nedeni kaybedilen zaman değil mi? Ona değinmiyoruz. Kürt reformunu açılım sürecinde hızlı, samimi, kararlı ve ciddi bir şekilde yapabilmiş olsaydık, bugün anadilde eğitim ve savunma gibi sorunlarımız olacak mıydı? Açlık grevleri yine olur muydu? Evet, olurdu. Örgütün gücünün reformlardan hemen sonra buharlaşmayacağı ortada. Ama boyutu, etkisi ve meşruiyeti bu düzeyde olmazdı. Her şeyden öte, hükümet, şantaja boyun eğmiş görünmemek için insanların açlık grevi yaptığını reddedecek, idam söylemine geri dönecek bir savrulma yaşamazdı sanırım.

PKK kendi mantığı içinde daha tutarlı davranıyor. PKK’dan hükümetin tercihlerine, gündemine göre davranmasını bekleyen yoksa, siyasetin acilen çok radikal bir adım atması gerekiyor. Bu sıkışmışlıktan başka türlü çıkılamaz. Bu sorun ertelenemez. Burada, sorunu müzakereci-güvenlikçi sığlığında değerlendirmekten hemen vazgeçilmeli. İkisinde de ciddi hatalar yapıldı çünkü. Zaten tam da bu parçalı algı, devlet içindeki çekişme yüzünden bugünlerin sıkışıklığı içine girildi. Kürt vatandaşların sorunu ve PKK meselesi, hak ettiği derecede derin ve iyi analiz edilmedi. Kervan yolda düzülür mantığı ile gelinen yer ortada.

Düşüncem şu: Konular siyaset bazında birbirinden ayrılmalı, yani hükümet Kürt vatandaşların taleplerini PKK’yı unutarak uygar bir devletin yapması gerektiği gibi, radikal bir paket dâhilinde ve hızla karşılamalı. PKK konusuna gelince, burada PKK ile Kürt sosyolojisini birbirinden ayıramazsınız. PKK ile verilen mücadelede sosyoloji üzerindeki etki hesabı iyi yapılmalı. Açlık grevlerine zorla müdahale etme, şu idam geri gelsin söylemi gibi tehlikeli yollara girilmemeli. Örgütle tabii ki görüşürsünüz. Ama bence bu sadece devletle değil, artık Meclis üzerinden yürütülmeli. Çünkü bizim devletimiz temiz değil. MİT krizi öyle “şu haklı bu haksız” denecek türden basit bir olay değildi. Uludere de öyle. Genelkurmay’ın başına Necdet Özel, MİT’in başına da Hakan Fidan gibi kıymetli insanları getirerek kurumları reformdan geçirmiş olmuyorsunuz.

Yoksa, evet, hükümet zaman kaybettikçe şantaja daha fazla maruz kalacaktır. Üstelik bu şantaj sadece örgütten kaynaklanmayabilir. Hükümet, kısa sürede bu ateşe su dökmeyi başaramazsa, 2023’ü göremez. Bu iş Özal gibi, bir yönüyle hükümete bir suikast denemesidir. Ve bunlar hiçbir işlerini yarım bırakmıyorlar.


PS.
 Yazıyı bitirdiğimde cezaevlerindeki tüm PKK’lı mahkûmların açlık grevine başlayacağını öğrendim. Bu kabaca 10 bin kişi demek. Sanırım bu yazıda anlatmak istediğim daha iyi anlaşılmıştır. İdamdan bahsetmenin, açlık grevi yok demenin cevabı olabilir mi bu acaba?

Yorum sizin.


mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums