Prospektüs...

  • 4.11.2012 00:00

 Rahmetli babam, çocukken çok ciddi fakirlik çekmiş; öyle böyle değil, şimdi burada örneklendirerek stabil ruh durumumu, sizin de pazar gününüzün keyfini bozmak istemiyorum. Anlattığı ve her birisinden bir Dickens romanı çıkabilecek hikâyeleri genellikle hatırlamak istemem. Kötü şeyleri öyle sürekli hatırlamanın çok matah bir şey olduğunu da zannetmiyorum. Sanırım yazı da buna benzer bir temanın etrafında dolaşacak.

Uzun süre susuz kalmış birinin ilk olarak dudaklarının ıslatılması gerekir. Kana kana su içerse vücut susuzluğa göre ayarlandığı için elektroliz dengesi altüst olur ve o kişi zarar görebilir. Bir şeyin aniden ve şiddetli bir şekilde hayatınızdan sökülmesinden sonra, bünye bu durumla baş etmek için önlemler alır. Su alan yerleri gözden çıkarır, batmamak için; kapaklarını kapatır o bölmelerin, ilişkisini keser bütünle. Bünye kendi kendini ameliyat ediyordur o sıra. Kesme biçme işidir bu. Kaybın öznesi ile ilgili tüm duyguların, artık giderilmeyecek olan ihtiyaçların kesilip atılması gerekir. Çok kanlı bir ameliyattır bu. Sızısı uzun sürer. Ama bir gün gelir ve unutulur. Artık yokluğu ile var olacaktır hayatınızda. Dışınıza açılan penceredeki tülün gerisinde, belirli belirsiz, içeride bir dışarılıklı, tanıdık bir yabancı, tekin olmayan bir yakın gibi.

Travmanın kendisi ve insanın travmaya karşı korunma taktikleri birbirine yapışır sanki. Kayıp giderildiğinde, kayıp geri döndüğünde, aynı yatağı bulamayacaktır. Ona yer açmak gerekir. İkinci ameliyat... Yine o soğuk odaya girmek, her şeyi yeniden yaşamak, yaranın kanatılması, kabuğun sökülmesi... Bazen de bunu istemezsiniz. Artık onsuz yaşamayı tercih edersiniz. İkisi de yanlış değildir. İkisinin de doğru olmadığı gibi. Denemeden asla bilemezsiniz.

Babam çok zenginleştiğinde dahi bu travmadan hiç kurtulamadı. Çünkü fakirlik tacizdir. Her taciz gibi tedavi gerektirir. Dönem dönem nöbetler geçirirdi. Genellikle işlerinin biraz kötü gittiği zamanlarda olurdu bu. Eve sürekli erzak taşınırdı, deli gibi. Odalar manav gibi kokardı. Yatakların altı karpuz kavun dolardı. Balkon hakeza, teneke teneke yağlar peynirler, kuru bakliyat, çuval çuval patates, soğan...

Ben ise yemek yeme sorunu yaşıyordum. Babam ise bunu hiç anlayamıyordu. Annemin çeşit çeşit güzel yemekleriyle dolu masada somurtup oturan bir çocuk, onun için gerçek dışıydı. Knut Hamsun kadar açlığı bilen babam için bu kabul edilemezdi. Babamdan hiç dayak yemedim. Ama onun bu keskin şaşkınlığı beni çok sarsıyordu. Yemek istiyor ama yiyemiyordum. Masada cezalı olarak önümde tıka basa dolu tabakla oturur, ağzımdaki usul usul akan gözyaşlarımın tuzlu tadıyla doyar, sonra annemin babama taarruza geçmesiyle kurtulurdum. Derken babam vazgeçti. Bir çocuğu asla yenemezsiniz. Bir de babam iyi bir adamdı.

Yeni yeni fark ettiğim bir şey bu aslında. Belki siz çoktan bulmuşsunuzdur. Anlatabiliyor muyum emin de değilim.

Birtakım duygularımız aslında yok hükmünde.

O duygu tipinin altındaki nedenin kökü çoktan kurumuş. Telafisi yapılmış, şartlar değişmiş, biz neler neler yaşamış, nasıl nasıl değişmişiz. Ama o duygular, sanki bunları hiç yaşanmamış gibi, sanki biz 20 sene evvelki o bizmişiz gibi bize kendini dayatıyor. Aslında bayağı bayağı dolandırıyor bizi. Sahip olmadığı gücü bize varmış gibi göstererek, ruhumuzda arsalar kapatıyor. Zengin babamın hâlâ fakir yaşaması gibi. Ergenlik buhranlarınızın 30-40 yaşlarında, hatta ölene kadar aynı keskinlikle bizi yönetmesi gibi. Benim gençliğimde “böyle bir dünyaya çocuk getirmeyi istemiyorum” diye bir şey vardı. Yıllar geçmiş, şahıs üç tane çocuk yapmış ve hâlâ aynı ruh durumunda geziyor. Yalancı değil, sahtekâr değil, öyle hissediyor.

Ama öyledir. Travmalarda bünyenin geliştirdiği savunma yöntemlerini, zor duruma düşen birinin mafyadan yardım istemesine benzetirim. Bir bulaşmaya görün, yakanızı o mafyöz duygulardan kurtarmanız çok zordur. Aslında ne kadar şikâyet etseniz de, baş etmeyi becerdiğiniz tanıdık şeytanlardır biraz da onlar. Zımni bir akit vardır aranızda. Sizi bir noktaya kadar köşeye sıkıştıracak, tam nefesiniz kesildiği anda bir şey olacak ve kurtulacaksınız o sıkıntılı durumdan. Sonra o “doğal, güncel” yollarla elde edemediğiniz huzurun replikası gelecek. Ne tatlıdır o anlar. Tüm dert o ânı yaşamak zaten. Bildiğiniz yol varken, yeni denizlere neden açılasınız ki! Makul.

Ben bunların hiçbirisini tasnif etmiyor ve yargılamıyorum artık. Ne doğru, ne yanlış demek anlamlı. Hepsi de var, yaşanmakta, o kadar. İnsan nasıl yaşamayı seçmişse saygı duymak gerekir. Ya da saygı duymuyor olmanız saygı göstermeyeceğiniz anlamına gelmez. Böylelikle anlayarak ve saygı göstererek birbirimizden korunabilir veya iyi kullanabilir, doğru kullandırabiliriz kendimizi. Evet, daha çok üzerimizde yazan kullanma talimatları gibi bir işlevi olabilir tüm bu şeylerin.

İlgisi yok ama Coldplay’in “Lost” şarkısının ilk cümlesiyle bitireyim yazıyı: “Just because I’m losing, doesn’t mean I’am lost...”

Belki de vardır.


mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums