Üçgen, kare ve daire...

  • 28.10.2012 00:00

 Sanırım bayram günleri, yaşattığı tüm olumlu duyguların yanında, melankoli ve kronik depresyondan mustarip modern insanlarımız için ciddi bir risk içeriyor. Bizim neslin pazar günleriyle yaşadığı kan davası gibi... Bir arkadaşım bu yaygın insan tipini “Haz ve hız odaklı yaşayan analjezi toplumu” diye tanımlamıştı. Hayat gailesi ve kıyasıya süren rekabette voltaj birden düşünce sudan çıkmış balık gibi oluyoruz. Bize dair irili ufaklı sorular karşımıza dikiliveriyor. Küçük cinler gibi küstahça ortaya çıkıp oramızı buramızı ısırıyorlar.

Bazen kendinden kaçamayacağın bir köşeye sıkışırsın. Ya kendini ezip geçer ya da oturur müzakere edersin.

Kendimizle karşılaşmak iyi güzel ve sanırım gerekli de. Ama işin ölçüsünü kaçırmamak lazım. Geçmiş ve gelecek arasında, olan âna oluyor çünkü. Bir yerde kendimizle yollarımızı ayırmak gerekir. Bu hesaplaşma işinde durulacak yeri kaçırmak da bir hayat biçimi hâline gelebilir çünkü. Zaten toplumun büyük kısmı çocukluğunu görünmez-ağırlıksız hayaletler olarak geçirdikleri için narsistik. Kendi kendiyle oyuncak gibi oynamaya pek müsait bir altyapımız var. Kendini fetişleştirmek ve dünyada ne oluyorsa onu ancak bizim merkezimizde ise anlamlı bulmak... Peki, edindiğimiz o tecrübeleri, bilgileri ne zaman kullanıp da yaşayacağız?

O cinlerin en çok fısıldadığı yalanlardan birisi; geçmişe dairdir. “Çok fazla vakit kaybettin. Çok hata yaptın, haksızlığa uğradın ve artık tren kaçtı. O yaşlara asla geri dönemeyeceksin. Bundan sonra ancak ölümü bekleyebilirsin, çünkü hiçbir şeyi değiştiremezsin” türünden şeyler bunlar.

İtiraf edeyim çok sağlam, okkalı bir koçbaşı bu, ruhumuzu delecek türden. Sağlam yalanlara karşı sağlam durmak gerekir.

Gerçekten insanlar eşit şartlara doğmuyorlar. Biz eşit olmak ve olmaları için elimizden geleni yapmalıyız. Bu amaç kutup yıldızı gibi olacak, ona ulaşamayacağız, ama yönümüzü ona bakarak bulabileceğiz, bu arada bu çaba sayesinde dünya düne göre daha iyi bir yer olabilir. Bunu önemsiyorum. Dünya nüfusunun büyük kısmının günlük gelirinin iki doların altında olduğu bir dünya, evet, ancak bir başka gezegenin cehennemi olabilir. Ama değiştirilebilirdir de...

Muhtemelen bu yazıyı okuyanların büyük kısmı için 10-15-20 ile 40-50 yaşları arası “harcanmış” yıllardır. Başkaları için yaşadıkları, aile baskısıyla cebelleştikleri, fakirlikle boğuştukları, boşa geçen bir evlilik, bozulan bir ortaklık, insan yerine konmak için çabalanan yıllar.

O kadar değerlidir ki o acılar, haksızlıklar, verilen mücadele... Gölgesi geleceğimize düşer, ister istemez. Ama büyük bir kayıp duygusunu da beraberinde getirir, dev bir kamyonla önümüze döker bütün cürufu.

“Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...”

Hayata geç başlamak bir şeydir, ama bu nedenle hiç başlamamak ve kaybı mutlaklaştırmak, o iyi bir şey değildir. Çünkü nasıl desem, onlar aslında kayıp olmak zorunda değildir.

Herkesin, sadece kendisinin yazabileceği bir reçeteden bahsedebilirim, belki. Hani en iyi doktor insanın kendisidir sözü gibi. Biliyorsunuz, tanrı (ya da neye inanıyor veya reddediyorsanız, o) haute couture çalışıyor. Yani hepimiz biricik ve benzemeziz. Tüm bu şeyler hakkında bilgileri toplar, kendimize uyarlar ve bilgiden bize dair işlenmiş yeni bilgiler elde ederiz. Dener, başarır veya yanılırız. Tadilat yaparız üzerinde, sürekli. O reçete gittikçe olgunlaşır ve işe yaramaya başlar. Formüller hiç bitmez. Ta ki ölene kadar.

Bir gözlem olarak şunu gördüm diyebilirim; hayat doğrusal bir zaman dilimi değil. Eşit bölünmüş değil, bölünmüş de değil. Eylemlerin bir kurala göre paylaştırıldığı bir düzenlilik de içermiyor. Helezonik, kaotik, bence dişil veya doğurgan; kendi içinde dönüp kıvrılıyor sürekli. Geçmiş şimdi ve gelecek bizim uydurmalarımız. Biz farkında olmadığımız bir boyut nebulası içinde yaşıyoruz. Hayatımızın nerelerde çöküp nerelerde tepe yapacağı, tüm bu hâllerin bize verdiği karakterin nasıl davranacağı.. işte bunlar zaman kavramını aşan şeyler. Evet, yaşarken biz zamansız yaratıklarız.

Bir şeyin oluş zamanı, o şeyin sizin için en doğru ânıdır. Yoksa ol’mazdı. Bunun bir reçetesi yok. Hayatınız boyunca uğraşıp, altmış yaşında mutluluğu veya başarıyı bulup altmış beş yaşında ölebilirsiniz. Ama o beş senenin ölçülebilir bir karşılığı yoktur. Biricik ve kıyaslanamazdır. Kaçırdıklarınız ise, asla sizin değillerdi zaten. Onları kaçıran kişi olarak bunları yakalayan kişi oldunuz diyelim ya da.

Ve emin olunuz bu konuda bir eşitlik vardır. Zengin veya fakir, sağlıklı veya engelli doğmakla elde edilemeyecek bir hikmet gerektirir, ki bu potansiyel olarak her insanda bulunur. Bazen çok iyi şartlarda doğmuş olmak çok daha fazla zaman-izan kaybı demek olabilir. Veya dezavantajların potansiyellerimizi maksimize ettiği görülür. Tüm fakirlerin, engellilerin mutsuz, tüm zenginlerin ve sağlıklı olanların da mutlu olduğu bir dünya değil burası.

Çocukluğumuzda içine daire, üçgen ve kareleri yerleştirdiğimiz oyuncaklarımız vardı. Hâlâ da var onlardan.

İşte hayat böyle bir şey.

Fazla basit olduğu için zor. Sadece zor olsaydı kolay olurdu.

İyi bayramlar.


mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums