AK Parti, paradigma ve kör alan sendromu

  • 4.10.2012 00:00

 Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan’ın konuşmalarını dinledim. Bu konuşmalar hakkında yapılan yorumları da okudum. Tatilimin bir kısmı bu önleyemediğim gönüllü mesai ile geçti. “Neden” diye sorarsanız, bunun sadece mesleki iştahtan kaynaklanmadığını, hatta şimdi söyleyeceğim nedenin gölgesinde kaldığını söyleyebilirim. O da şu: Ben, ülkemin henüz yaşarken bize insani konforumuzu sunmasını istiyorum: İyi, özgür ve onurlu yaşamak... Bu sadece benim bunlara erişebilmem ile de tamamlanmıyor. Tüm yurttaşların bu şekilde yaşayabilmesi ile benim haklarım ancak garanti altına alınmış olacaktır.

O nedenle 2002 yıllarından itibaren taze AK Parti hükümetini AGOS’ta analiz etmeye çalışır ve bolca hedef olurken, “Bu partide bir potansiyel var, söylem ve icraatları ekseriyetle uyumlu-olumlu, kişilere, kurumlara, tabanlarına ontolojik kibirle yaklaşmayın, eylemlerine bakın. İnsanların samimiyetini, niyetini, gizli ajandalarını tahmin etmek yerine icraatlarını analiz edin. O zaman eleştirilerinizin de bir kıymeti harbiyesi olur. En azından oyunda etkili olursunuz” diyordum; bu ilkeyi tereddütsüz benimsiyorum. Aynı ilkeyi uygulamak bu sefer bazı AK Partilileri ve sevenlerini kızdırıyor. Garip mi, hayır, son derece alışıldık.

Ama yine de ontolojiden kendimizi kurtaramıyoruz.

Türkiye’de garip bir davranış biçimi ve buna münasip bir insan tipi var. Mağdur edeni ve mağduru özdeş bir karaktere sıkıştırmış. Girişimlerin hep açmazlara toslaması, kanlı bıçaklı olanlarda dahi aynı paradigmanın kıskançlıkla paylaşılması nedeniyle... Konuşmalarda isimlerin üzerini kapatın, öznesini tahmin edemezsiniz. Büyük bir haksızlığa uğramışlık hissi, hemen yanında öfke ve öç alma dürtüsü, onun edevatı olan şiddete eğilim, kibir, alaycılık, ataerkillik, acelecilik, sorunların büyüklüğüne orantılandığında cüce bir emek bakiyesi. Seçilmiş bir kafa karışıklığı, düşünce zannedilen homurtular, buna eşlik etmek zorunda olan sağda ve solda milliyetçi ve sekter klişeler, arada tüm dünyayı şaşırtan parlak ama istikrarsız başarılar, ama hep aynı kompleksler ve müzmin kötümserlik.

Hemen heyecanlanma, büyük beklentilere girme, ama emekten, samimiyetten, dürüstlükten kaçınma-korkma, tavan yapan beklentilerden sonra gelen şoklar, sanki bin kez değil, ilk kez yaşanıyormuşçasına şaşırmalar, bıkkınlık, çaresizlik hissi, derken daha da öfkelenmeler, içi boş babalanmalar, sonra o şoklar devam ederken yine ümitlenmeler...

“Tüm bunlar neden böyle” sorusunun cevabını anlamak benim için önemli. Değişim ancak sorunlu paradigmayı terk ettikten sonra gelir. Türkiye geçmişiyle yüzleşemediği, kemalizmi ve atacılığı, laikçi, jakoben, dindar ve mukaddesatçı tüm görünümleriyle topyekûn reddetmediği müddetçe, kendi değerlerini de keşfedemeyecek, kompleks-kibir ikilemi devam edecek. Einstein’ın dediği gibi, hep aynı yöntemleri tekrarlayıp farklı sonuçlar beklemek saflık. Seçilmiş saflık ise, bir insanın ve bir toplumun ciddi sorunları olduğunu gösterir.

Başbakan’ın konuşmasını toplu hâlde bu kadar farklı analiz ediyor olmamızı Türkiye, AK Parti, geçmiş, şimdi ve gelecek algılamaları açısından nasıl değerlendirmeliyiz acaba? Sosyal olayların analizi ne kadar laboratuar kesinliğinde sonuç verir? Paradigmik özdeşliğimiz ortadayken, objektivitemizi belirleyen değerler çok güvenilir midir? Bu güvenilirliği her fikri kayda alarak mı arttırabiliriz, yoksa “evrensel saydığımız” ilkelerimiz bizi her zaman doğru noktaya taşır mı? Tarihimizden neşet eden insan çıktısından ne kadar bağımsızız? Açıkçası, kendim için rahatlıkla “Ben asla öyle bir insan değilim” diyemem. Avrupa’ya gittiğim ve biraz uzun kaldığım sıralarda, Türkiye’de pek liberal-özgürlükçü duran hâllerimin ne kadar otoriter eğilimli olduğunu bizzat kendimde teşhis etmiştim.

Başbakan’ın konuşması ben dâhil çoğunu tatmin etmezken, Yıldıray kardeşimi bu tatminsizlik hâli neden şaşırtıyor mesela? Peki, ben niye ona şaşırıyorum? Sayın Gül’ün manifestosu benim için biçilmiş kaftan, ancak onun da idealleri yansıttığını, lakin icraatta nasıl davranacağını bilmekten mahrumuz. Öte yandan Başbakan’ın Arena’da ikili bir konuşma yapması, reform bölümlerini kitapçıkta bırakması, konuşmanın kofluğunu salona dağıtılan fotokopilerle gidermeye çalışmak ve en nihayetinde, somut olarak eleştirebileceğimiz Uludere gibi sürüsüyle olay ve reformlardaki isteksizlik, 63 maddenin son dört yılda zaten çoktan yapılması gereken, beklenti dükkânımızda raf ömrü tükenmiş vaatler olduğu ortadayken, tüm bunlar belli ki kör alana düşüyor.

Kişilere, fikirlere ve kurumlara gönülden bağlanıyor ve “vur deyince öldür” hâllerinden kaçamıyoruz. Severken de nefret ederken de bu böyle. Oysa buradan iyi ve yeni bir şey çıkmıyor, biliyoruz da bunu.

Yok hayır, hiç ümitsiz değilim. Çünkü özgürleşme ve bireyleşme süreçlerinin yavaşlatılabilir, ama durdurulamaz olduğunu düşünüyorum. Bu halk 2071’e tebessüm eder, 2023’ü önemser, iyi işin mükâfatını veya hatanın cezasını ise 2013’te, 2014’te, 2015’te keser.

Çünkü ister alkollü, ister alkolsüz içki tüketelim, biz halkız, yaşarken iyi olmak istiyoruz. Hayatımız üzerine zar atmayız.


mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums