- 16.12.2022 07:58
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na, üç yıl önce, kime yönelik söylediği açıkça belli olan ‘ahmak’ kelimesi bahane edilerek seçimlere altı ay gibi kısa bir zaman kalmışken siyaset yasağı getirildi.
Üstelik bir önceki duruşmada dava hakimi, ‘ahmak‘ kelimesinin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yönelik söylendiğini kastederek “Kime söylediği çok belli” dediği halde son duruşmada ceza verdi ve İmamoğlu’na siyaset yasağı koydu.
Bu meselenin hukukla bir alakası olmadığının sanırım herkes farkında.
Bu nedenle yasak kararının ne büyük bir hukuk faciası olduğu tartışmasına girecek değilim.
Bir iktidarın, seçimlere giderken muhtemel rakip adaylardan birine akıl almaz bir gerekçeyle siyaset yasağı koyması açıkça yargı eliyle siyaset mühendisliğidir.
Peki iktidar bu kadar açık ve herkesin farkında olduğu bir hamleyi niçin yaptı?
Bu konuda herkesin farklı yorumu var.
Birçok kimse bu kararı Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının önünün açılması olarak yorumluyor.
Ben ise tam tersini düşünüyorum.
Yani kararı İmamoğlu’nun adaylık ihtimalini bütünüyle ortadan kaldıran bir hamle olarak görüyorum.
Neden mi?
Müsaade ederseniz tane tane anlatayım.
Yaklaşık bir yıl önce yazdığım ‘Yaklaşan Kasırga’ isimli kitabımda, son 20 yılda yaşanan siyasi olayların birbiriyle bağlantılarına dikkat çekmiştim.
Kitabı yazarken bir siyaset oyunu olduğunu fark ettiğimi ve bu oyunun son perdesinde, yani 2023 seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının göründüğüne dikkat çekmiştim.
Tayyip Erdoğan’ın bir dönem daha devam etmesi için kimi odaklarca Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı organize ediliyordu.
Bu organizasyonda CHP liderinin en yakınındaki kimileri de rol almıştı.
Kitap baskıya girmeden önce Ankara’ya gittim ve kitabı yazarken fark ettiğim oyunu Kemal bey dahil birçok siyasi aktörle konuştum.
O görüşmelerden, herkesin bu senaryonun farkında olduğu izlenimiyle döndüm.
Önce adaylık için adı en çok geçen iki belediye başkanı -Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş- Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’ndan, “Bu iki arkadaşın ita amiri sizsiniz, lütfen bu iki arkadaşın adaylık yarışını bitirin” talebi üzerine (Benim daha önce açıkladığım bu bilgiyi Akşener son Medyascope yayınında kendisi de teyit etti), “Belediye başkanları işlerinin başında kalmalı” denilerek adaylık potasının dışına çıkarıldı.
Ardından muhalefetin ikinci büyük partisinin genel başkanı Meral Akşener, partisinin bile haberi olmadan bir TV kanalına çıkıp aday olmadığını açıkladı.
Bu da yetmedi defalarca, “Vallahi de aday değilim, billahi de aday değilim” diyerek bu kararından asla dönmeyeceğini ilan etti.
Bütün bunların sonunda Kılıçdaroğlu doğal olarak tek aday haline geldi.
Ve o günden itibaren kamuoyu CHP liderinin adaylığına hazırlandı.
Fakat Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önünde bazı engeller vardı.
Bunlardan biri, bütün uğraşlara rağmen kamuoyu Kemal beyin adaylığına yeterince ikna olmuyordu.
Çünkü ‘kazanacak aday‘ vurgusuyla İmamoğlu’nun adaylığı bir şekilde gündemde tutuluyordu.
Özellikle İYİ Partili kimi siyasetçiler -İmamoğlu ve Yavaş isimlerini masaya sürerek- Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkıyordu.
Esasında iktidar açısından bir sorun yoktu.
Çünkü Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda Akşener dahil herkes mutabıktı.
Akşener TV ekranlarında sıklıkla Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı olduğunu ima etmeye çalışsa da bu konuda somut en küçük bir adım atmıyor, masada veyahut Kemal beyin yüzüne karşı en küçük bir itirazda bulunmuyordu.
Nasıl oluyorsa oluyor TV ekranlarında dile getirdiği endişeleri CHP liderinin yüzüne karşı dile getirmiyordu.
Partisindeki itirazları bastırmak için farklı bir aday istiyormuş gibi davranıyor ama bu konuda net, somut bir öneride de bulunmuyordu.
Yani hem Kılıçdaroğlu’nun adaylığını engelleyici somut bir tavır almıyor hem de bu adaylığa pek de sıcak bakmadığı izlenimi yaratmaya çalışıyordu.
Çünkü muhtemel bir başarısızlıkta çıkacak faturadaki sorumluktan da kurtulmak gerekiyordu.
Esasında her şey Tayyip Erdoğan ile bir dönem daha devam etmek isteyenlerin kurguladığı gibi gidiyordu.
Kurgu böyleydi, tıkır tıkır da işliyordu ama dediğim gibi Erdoğan açısından bir risk vardı.
Hem kamuoyu baskısı hem de İYİ Parti’deki itirazlar hiç beklenmedik bir gelişme yaratabilir ve İmamoğlu’nun adaylığı sürpriziyle karşılaşabilirdi.
Erdoğan, yargı eliyle İmamoğlu’na siyaset yasağı koyarak bu küçük riski de bertaraf etmiş oldu.
Siyaset yasağıyla İmamoğlu’nun tepesine Demokles’in kılıcını astı.
Bu hamlesiyle hem kendisi için doğacak muhtemel riski bertaraf etti hem de Kılıçdaroğlu’nun adaylığını organize edenlerin elini rahatlattı.
En çok da Akşener’in.
Çünkü İmamoğlu’nun bu saatten sonra muhalefetin adayı olması, kendi içinde büyük bir riski de barındırıyor.
Şöyle…
Diyelim muhalefet Ekrem İmamoğlu’nu bugünden aday ilan etti.
Fakat seçimlere bir ay kala İmamoğlu’nun yasağı üst mahkemede onandı.
Bu durumda İmamoğlu’nun adaylığı düşeceği için muhalefet adaysız kalıyor.
İşte bu risk, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını isteyenlerin, İmamoğlu’nun adaylığına karşı çıkanların sığınacağı bir gerekçe olacak.
Dahası, Akşener’i de kendi partisi içinde kurtaracak bir gerekçe.
Benim tahminim, süreç muhtemelen şöyle gelişecek: Kemal bey adaylığını ilan ettikten ve bu adaylık resmiyete kavuştuktan sonra üst mahkeme İmamoğlu’nun yasak kararını bozacak ve ortadaki mağduriyete de son verecek.
Üstelik Erdoğan bu durumu ülkedeki demokrasinin zaferi olarak pazarlayacak.
Oyun bozulabilir mi?
Peki muhalefet bugünden İmamoğlu’nu aday yaparak bu oyunu bozabilir mi?
Elbette bozabilir.
Bütün bu riskleri göze alıp toplumu da arkasına alarak Erdoğan’a meydan okuyabilir.
Ama bana göre buradaki asıl soru, muhalefetin bu oyunu bozmayı isteyip istemediği.
Çünkü İmamoğlu’na getirilen yasak sadece Erdoğan için oluşan riski ortadan kaldırmıyor, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını organize eden kimi muhalif aktörleri de rahatlatıyor.
En çok da kendi partisi içinde zor durumda olan Akşener’i.
Bütün bu anlattıklarım size deli saçması veyahut komplo teorisi olarak görünebilir.
Bunun farkındayım.
Fakat şunu bilmenizi isterim ki bahsettiğim bu senaryo sadece bir yoruma dayanmıyor.
Bu oyunu fark ettiğim andan itibaren -yaklaşık bir yıldır- neredeyse adı geçen bütün aktörlerle yüz yüze konuştum, sorular sordum, cevaplar aradım.
Ve o konuşmalardan elde ettiğim bilgiler ne yazık ki bana herkesin, bu oyunun ve ne yapılmak istendiğinin farkında olduğunu gösterdi.
ABD başkanlarından Franklin Roosevelt’in güzel bir sözü var: “Siyasette hiçbir şey durup dururken olmaz. Eğer bir şey oluyorsa emin olabilirsiniz ki bu şekilde planlandığı için böyle oluyordur.“
Bizdekiler de tesadüf değil.
Ülke tarihinin en yoğun din ve milliyetçilik istismarını yapan otoriter bir İslamcı iktidarın karşısına Alevi inancına sahip bir aday çıkarmak, akılla, mantıkla, olağan akışla açıklanacak bir şey değil.
Ülkenin kader seçimini mezhep ikilemine sokmak için ya deli olmak ya da işbirlikçi olmak gerekir.
Bütün bu gelişmeleri tesadüf olarak görmek ise bana göre en hafif tabirle siyaseti okuyamamaktır.
Dahası bu kadar açık bir siyaset mühendisliğini ‘komplo teorisi’ diye yorumlamak, gerçekleri kabul etmeye yanaşmamak, hayal aleminde yaşamaktır.
Yorum Yap