- 7.01.2015 00:00
1960 darbesinin, ortaöğretim kitaplarında adeta yasalmış, marifetmiş gibi okutulduğu askeri vesayet uygulamaları daha dün gibi.
Anayasal suç olan darbe teşebbüsü davalarını, birilerinin kumpası deyip kadük eden yeni vesayetin mimarlarının ülkeyi yönetmekte oldukları gerçeği de varken vatandaşın çoğunluğu pek tabii internet yasağını, medya özgürlüğüne getirilen kısıtlamaları ya da yolsuzlukları olağan görür. Bir İslamcı yazarın “Kadın haber spikeri caiz değil.” fetvasını verdiği, bir başkasının, “Hamile kadınlar sokakta dolaşmasın.” dediği ya da bir bakanın, kadınların kahkaha atmasını eleştirdiği bir ülke, erkeklerin kadına şiddet uygulama eğilimini artırır.
Toplumun genelini hizmetkârı yerine koyup bunu darbe ürünü Anayasa’ya da yazdıran güçlü ama azınlıktaki muktedirler, bilinçli ve özgüvene sahip bireylerin yetişmesini önlemek için eğitim sistemini, ezbere dayalı, sorgulamaktan uzak ama derin devleti kutsayacak şekilde şekillendirdiler. Sorgulayıcı dolayısıyla özgür düşünce yetileri bastırılan çoğu Türkiye insanı, kafalarına atılan antidemokratik formatlara mahkum edildiler, darbeler yoluyla sindirilip, korkutuldular. Bugün de sivil irade altında sindirme, fişleme gibi korkutucu yöntemlerle insanlar susturuluyor, gerçek duygu ve düşüncelerini gizlemek zorunda kalıyorlar.
Türk toplumuna yol gösterecek demokratik bir rol model olmadı, ne yazık ki bugün de yok ve tam tersine en ufak aykırı sese dahi tahammül edemeyen bir yönetim tarzı var.
Kendine demokrat, militan laiklerin varlıklarını sürdürebilmek adına toplumu nasıl heba ettiklerini, devamındaki iktidarın da, din kisvesi altında toplumu zapturapt altına almak için ne tür can acıtıcı sindirme operasyonları yaptığını görüyoruz.
İktidar, demokratik yönetim tarzından çok uzaklaşıp otoriterleşmeyi kendine kılavuz edeli Türkiye’de her alanda bir geriye gidiş çok bariz görülür oldu.
Daha önceki gün, yolsuzlukla suçlanan 4 eski bakanın, iktidar partisinin oylarıyla Yüce Divan’da yargılanmaları önlenirken askeri vesayetin varlığını kuvvetle hissettirdiği dönemlerde dahi kimi bakanlar için Yüce Divan mekanizması işletilmişti.
Basın özgürlüğünün, halkın objektif haber alması dolayısıyla karar vericilerden, iyi yönetilme adına hesap sorması gibi evrensel bir kural olduğunun bilincinde olan iktidar, işte tam da bu nedenle medyayı sindirmek yoluyla toplumu susturuyor.
Ne var ki, muktedirlerin antidemokratik bilgilerle şartlandırdıklarından dolayı toplumun önemli bir kesimi, sansürün toplum için bir yıkım anlamına geldiğini idrak edemiyor.
Gezi olaylarıyla birlikte protesto hakkının, polisler üzerinden orantısız güç yoluyla gasp edilmekte olduğuna her gün tanık oluyoruz. Daha önceki gün, Ankara’da Anayasa Mahkemesi’ne dilekçe vermek üzere bina önünde toplanan kalabalığa, mukavemet göstermedikleri halde polisin gaz sıkıp dağıttığına tanık olduk.
2014’ü bitirirken açıklanan verilere göre, Türkiye’nin, yolsuzlukta basamak atlayıp bu alandaki sicili daha da kötüleşirken gelir dengesi eşitsizliğinde ikinci sıraya yerleşmiş, toplum giderek fakirleşmiş.
Kalkınmanın, bilgiden, teknolojik üstünlükten geçtiği yüzyılın, Türkiye’nin kapısını çalmadığı çok açık. Demokratik değerlerden bilinçli şekilde yoksun bırakılan toplumun çoğunluğu, yolsuzluğun bizzat kendilerini fakir, çaresiz bıraktığını da idrak edemiyor.
Vatandaş için alaylı biçimde “Yurdum insanı” tanımlaması yapmak hatalı, nihayetinde ne ekersen onu biçersin.l.kemal@zaman.com.tr
Yorum Yap