- 29.10.2014 00:00
Dönemin başbakanı Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildiğinde bu makamın, diğer seleflerinin kullan(a)madığı tüm yetkilerini sonuna kadar kullanacağını söylemişti.
Adeta, 1980 darbe cuntasının lideri emekli Orgeneral ve eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in, yetkilerini kullanma anlamında izinden gideceği gibi. Keza Erdoğan, başbakanlığı da fiilen yürütme kararlılığını, 10 Ağustos günü cumhurbaşkanı seçildikten sonra da ortaya koymuş ve anayasa ihlali yaptığı suçlamalarına rağmen artık bırakmak zorunda olduğu eski koltuğunda bir süre daha kalmıştı. Bu süre zarfında Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu başbakan olarak atadıktan sonra bu ismi parti kongresinde seçtirmişti.
Keza Erdoğan, 15 Ağustos tarihinde gazetelere yansıyan partili milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmasında da, “Çankaya’ya çıktığımda parti sahipsiz kalacak zannetmeyin. Çalışmalarınızı, disiplininizi, performansınızı izleyeceğim. Gözüm üzerinizde olacak” diye konuşuyordu.
Oysaki Anayasa’nın, Cumhurbaşkanı’nın görevlerini düzenleyen ilgili maddeleri, bu makama oturacak kişinin tarafsız kalmasını, partisi ile ilişiğinin kesilmesini öngörürken parlamenter sistemle yönetildiğimizden yürütme yetkisi yani ülkeyi yönetme yetkisi başbakan ve Bakanlar Kurulu’ndadır.
Erdoğan’ın gerek bu makama oturmadan gerekse oturduktan sonraki uygulamaları ve politikaları anayasal hükümlere aykırılık taşırken (kimi eski cumhurbaşkanlarının yetkilerini ihlal etmiş olmaları iyi örnek teşkil etmez) hayatın gerçekleri ile de örtüşmüyor. Zira, Erdoğan, cumhurbaşkanlığı makamının gerektirdiği kabuller, yabancı elçilerin güven mektuplarını sunmaları gibi işin rutinine girdikçe ister istemez günlük siyaset yapma faaliyetlerinden uzaklaşıyor her ne kadar kendisi bu gerçeğe ayak diretse de.
Erdoğan’ın, partisi üzerinde hakimiyetini sürdürme çabaları, iç ve dış politikaya yön verme arayışları, riskleri de barındırıyor.
Öncelikle dış politikayı, Türkiye’de, MİT mi, başbakan mı yoksa dışişleri bakanı mı yoksa hepsi birden mi çok başlı şekilde yürütüyor soruları artık iyice sorulur oldu.
Geçenlerde, Iraklı Kürt birlikleri peşmergelerin Türkiye üzerinden Kobane’ye geçişinin başladığını açıklayan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu, ertesi gün, Davutoğlu’nun, “Daha geçişleri başlamadı” şeklindeki yalanlama niteliğindeki sözleri, hükümet içindeki kafa karışıklığını zaten belirgin hale getirdi.
Dış politikada çok sayıdaki aktörlere, cumhurbaşkanı da eklendi. Erdoğan, Suriye sorunu, Amerikan önderliğindeki koalisyonun IŞİD ile savaşı ve Kobane’de, bu terör örgütüne karşı Suriyeli Kürtlerin çatışmaları bağlamında verdiği demeçler ile dış politikadaki karmaşayı iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bu noktada sorun, iç ve dış meselelerde, yürütme erki varken Erdoğan’ın karar verici pozisyonu alması.
Taraf gazetesinde geçen hafta çıkan bir haberde de, Erdoğan’ın başbakanlığa yerleştirdiği bir köstebeğin, partinin tüm toplantılarına katılarak Cumhurbaşkanı’na konuşulan konuları rapor ettiği iddiaları hiç de hayra alamet değil, zaten yönetilebilirliği iyice sorun olan Türkiye’de.
Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki güç savaşı sanki kızışacak gibi.
Diğer yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, HSYK’ya atadığı bazı yargı mensuplarının ilişiğini kesmiş olması gereken partisine çok yakın isimler olması, tarafsız kalmayacağını bir kez daha ortaya koyarken yargı üzerindeki yürütme hakimiyetinin geldiği noktanın endişe verici düzeye ulaştığını gösteriyor.
İktidarın, anayasa gereği sorumsuz bir cumhurbaşkanının talimatlarını ne ölçüde yerine getirerek, varlık nedenini riske atacağı önemli soru işareti. l.kemal@zaman.com.tr
Yorum Yap