- 17.09.2014 00:00
Çok eskilere gitmeye gerek yok, 2000’li yılların başına dek olanca ağırlığıyla kendilerini hissettiren vesayetçiler yani atanmış muktedirler ve seçimle işbaşına gelseler de bu kurulu düzenin emrindeki iktidar partileri ve muhalefet, medyayı, yanlış da olsa politikalarına alet ettiler.
Çalıştıkları gazetelerin patronları adına Ankara’da hükümet nezdinde iş kovalayan ne gazeteciler gördük o dönemler. Bugün onlar, torunlarına da yetecek servete kavuştular kirli aracılıkları karşılığında. Bir kısmı halen aramızda bir kısmı ise elde ettikleri haksız kazanç ile mutlu mesut avare dolaşıyorlar.
Sayıları az da olsa musluğun başını tutup, gücü elinde bulunduran bu “Tetikçi” gazeteciler yüzünden çoğunlukta kalan muhabirler hep ezilen taraf oldu.
Bu dönemde -iktidarın ilk dönemleri dâhil- tabii ki ordu kaynaklı fişlemeler de olanca hızıyla devam ediyordu. Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in darbe içerikli günlüklerini yayımladığı için Nokta dergisinin hem de askeri savcılık emriyle polis tarafından 2007 yılında basılıp kapatıldığı olay daha dün gibi. Keza, Nokta dergisinin, TSK tarafından fişlenen gazeteci, aydın ve yazarların adını açıkladığı listeyi, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Büyükanıt da doğrulamak zorunda kalmıştı. Dönemin bu kudretli komutanı, TESEV’in, Türkiye’deki güvenlik kurumları yani TSK, Jandarma, Emniyet ve MİT’i mercek altına aldığı güvenlik sektörü almanağı yazarlarını, 17 kadar televizyon kanalında canlı yayımlanan açıklamasıyla andıçlamıştı. Andıçlamak tam olarak ne anlama geliyor? Kısaca işinizden, aşınızdan ediliyorsunuz, toplumdan dışlanıyorsunuz adeta vebalı gibi.
Bu andıçlanan demokrasiden yana insanlar toplumdan dışlanmak suretiyle aslında dışlanması gerekenler, böylece antidemokratik uygulamalarını sürdürebilecekleri rahat bir ortamı yaratmış oluyorlardı.
Gelelim bugünün medya baskıları ve andıçlamalarına.
Bu hükümetin ilk iktidar döneminde yapılan demokratik reformlar, artık yukarıda özetlediğim medyaya ağır baskıların uygulandığı günlerin geri dönmeyeceği hissiyle pek çok insanı sevindirdi. Her ne kadar 2007’deki Nokta olayı bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da.
Tek tip vesayetçi medyanın yerini kısmen çoğulcu bir medya ortamı aldı. Ne var ki Gezi olaylarının orantısız devlet gücüyle bastırılması olayı, artık eski baskıcı, korkutarak sindirme günlerine çoktan dönüldüğünün ilk somut habercisi oldu. Meğersem reformlar otoriterleşme adımlarına bir kılıf imiş.
Eskinin vesayetçi kalemşorlarının yerini artık kılık değiştiren yeni “Tetikçiler” aldı. İktidara en ufak bir eleştiride bile, bu tetikçiler kalemlerine sarılıp, karalama kampanyasına alet oluyorlar.
İnsanların pervasızca karalandığı bir arka planla, gerek Başbakan Davutoğlu’nun gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kimi gazetelerin genel yayın yönetmenlerini, hafta sonundaki basına kapalı toplantıya, ayrımcılık yaparak çağırmamış olmaları cılız da olsa tepki çekti.
Davutoğlu kimi medya yöneticileriyle yaptığı görüşmenin basına yansıyan bir bölümünde “Demokrasiyle anılmak isterim,” diyordu. Nasıl bir çelişki bu, medyaya sansür uygulayan bir zihniyet nasıl demokrasi ile anılır?
Eski Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Orhan Erinç, darbe olarak nitelediği gazetecilere yönelik ayrımcılığı, iktidarı odağına alarak eleştirdi.
Ben de diyorum ki, tüm baskıcı ortamlarda dahi tek başına da kalsa direnen gazeteciler bu ülkede varken neden medya tek ses olup, topluca direnemiyor, “diğer meslektaşlarım yoksa ben de bu toplantılara katılmayacağım,” diyemiyor. Medya olarak önce kendimizin aynaya bakma zamanı çoktan geldi de geçiyor.
Yorum Yap