- 6.03.2013 00:00
PKK ile silahlı mücadelenin 29 yıla yayılmış olmasında en önemli etkenlerden biri, ordu birliklerinin ve acemi erlerin çatışmalarda kullanılmış olması iken bu alandaki siyasi karar mekanizmasını, yine TSK’nın ağırlıklı tekelinde bulundurmasına siyasilerin izin vermiş olmalarıdır. 2011 temmuzunda Silvan ilçesindeki karakola yapılan baskın sonrası nihayetinde mevcut iktidar, terörle mücadelenin artık siyasi iradenin yönlendirmesinde gerçekleşeceğini, polis özel harekât birliklerinin de ordu birlikleriyle müşterek çatışma alanlarında yer alacağını ilan etmişti. Malum, önümüzdeki dünya örneklerinin de gösterdiği üzere, terörle mücadele bir iç güvenlik harekâtı olarak özel olarak eğitilmiş profesyonel birlikler tarafından yapılır, asla ve asla acemi erler yani mecburi askerlik hizmetini yapan mükellefler, yapılanmaları düzenli ordulardan farklı olan örgüt mensuplarına karşı çatışma alanlarına gönderilmezler. Ama Türkiye’de oldu, hiçbir siyasi irade şimdiki kısmen hariç ya da parlamentoda temsil edilen partiler, Türkiye’nin terörle mücadele politikasını sorgulamadılar.
Dünkü gazetelerin bazılarının birinci sayfasında, çözüm sürecinde sembolik bir jest olarak bırakılacakları bildirilen PKK’nın elindeki esirlerden er Reşat Çeçan, kardeşinin gerilla olduğunu belirtip, “Dağda karşılaşsak birbirimizi vuracağız. Biran önce bu kan durmalı” diyordu. Bu erin sözlerinden şu tesbiti yapmak gerekiyor: Terörle mücadelede profesyonel birlikler yerine acemi askerlerin kullanılması, kaçınılmaz olarak gerek kan bağı olan gerekse olmayan ama aynı ülkenin insanları olmalarından hareketle bir nevi kardeşin kardeşi vurmak zorunda kaldığı bir ortam yaratıyor.
Reforme edilmemiş ordu ve barış sürecinde riskler
Hükümetin, terörle mücadelenin yönlendirmesini ordudan alıp kendisine yani siyasi iradeye bağladığını açıkladığı 2011 yılından bu yana sözkonusu bu politikanın uygulamada başarılı olduğu söylenebilir mi? Kısmen belki, en azından TSK, İmralı’da ömür boyu hapis cezasını çekmekte olan PKK lideri Abdullah Öcalan ile MİT arasında siyasi irade izniyle silahsız çözüm arayışları çerçevesinde devam eden görüşmelere bir tepki vermedi. Hükümetin, belki iznini almasa bile kanlı süreçten silahsız yani siyasi çözüm arayışlarına geçileceği konusunu TSK’ya danışmadığını söylemek mümkün değil zaten bu da yadırganacak bir durum değil.
Ama, böylesine tarihî bir barış yapma sürecine girilmişken, hükümetin ve parlamentonun, ordusunu henüz reforme etmemiş olması barışı sekteye uğratacak önemli bir risk taşıyor. Zira, PKK ile çatışan onbinlerce subayın barış sürecinden ne denli rahatsız olduğunu tahmin etmek güç değil. Diğer yandan, ordusunun sonsuza dek artık kışlasına, asli görevi olan yurt savunmasına çekilmesi için gerekli reformları yarım bırakmış bir Türkiye siyasetinin aldığı silahsız çözüm kararına, tarihi, siyasetçileri darbeyle devirme ve bu amaçla planlar yapmakla dolu olan ordu mensuplarının ne ölçüde saygı duyacağı sorgulanması gereken bir diğer sorunlu alan.
Askere darbe zemini hazırlayan 35. Madde yerinde duruyor, yayımlamakta oldukları dergilerin bir nüshasını alıp incelemenizi tavsiye edeceğim askerî liseler kaldırılmamış, harp akademileri müfredatı, demokratik standartlara çekilmemiş iken hükümetin siyasi kararlarına askerin harfi harfine uyacağının garantisi yok. Tüm bu saydığım ve saymadığım reformları taçlandıracak olan ise, TSK’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması ve siyasi irade kararlarına uymadığı hâllerde yaptırımların uygulanacağının yasal teminat altına alınmasıdır. Mevcut hâlde de kimi yaptırımlar uygulanabilir ancak bu anlamda siyasi irade eksikliği bulunuyor.
TSK barış sürecinden haberdar değil mi?
Yapısal reformlar gerçekleşmediği sürece, örneğin, BDP heyetinin, barışın detaylarını PKK ile görüşmek üzere yola çıktığı sırada Türk F-16’larının Kandil’i, gerçekten alınan önemli bir eylem istihbaratı sonucu mu bombaladıklarını bilemeyeceğiz. Bu bombalama, TSK, barış sürecinden haberdar değil mi, sorularını akıllara getiriyor. Acaba, TSK, bombalama ile barış sürecinin aktörlerine, “şansınızı fazla zorlamayın,” mesajı mı vermek istedi. Karanlıkta kalan bu sorulara yanıtın siyasi iradeden gelmesi ve parlamento tarafından meselenin sorgulanması gerekiyor.
loglu@superonline.com
Yorum Yap