- 27.06.2014 00:00
Çözüm paketinin Meclis'e sevk edildiği gün Hürriyet’in "Türkiye Türklerindir" logosunun tam altında HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın röportajı yer alıyordu. Çözüm sürecini yasal çerçeveye kavuşturacak olan paket için zorla bir iki kelime ettiği röportajında Demirtaş, Erdoğan için de uzun uzun "Halktan geldi, devlet oldu" değerlendirmesinde bulunuyor. Kürt inkârının simgesi haline gelmiş, 1990'ların kanlı Türkiyesi'nin baş sorumlularından biri olmuş, hatta patronunun bile "devletin gazetesi" diye nitelediği bir gazetede, binlerce halk çocuğunun ölümüne yol açan bir meseleyi devlete rağmen yasal bir barış sürecine dönüştürmeyi başaran Başbakan Erdoğan'ı "devlet olmakla" itham etmek ne gerçekçi ne de haklı bir eleştiri. Bunun en rahatsız edici yanı, Başbakan'a karşı en güçlü muhalefeti üretmesi gereken Kürt siyasilerinin, sözlerini ve kavramlarını cemaate bağlı liberallerin hükümeti devirmek için ürettikleri sözlükten çalıyor olmaları. Erdoğan'a karşı savaşmak için sözleriniz, kavramlarınız bile size ait değilse, o savaş nasıl size ait olabilir?
Kürt hareketinin uzun bir mücadele geçmişi var. Bir bölümü silahlı ve şiddet yöntemlerini içeren, bir bölümü ise demokratik çalışmaları esas alan yaklaşık 40 yıllık mücadelenin bu süreçte kendi siyasi sözlüğü de oluştu. Öcalan gibi etkili bir lider bu hareket için yıllardır akıl üretiyor. 2010'dan sonra devlet ve hükümetle ilgili ortaya koyduğu analizler doğru tespit ve öngörülerle dolu; siyasi mücadelede kullanılmak üzere Kürt hareketine adeta bir siyaset sözlüğü yarattı. Çözüm sürecinin başladığı günden bu yana gönderdiği mesajlar ve özellikle de Newroz'da yayımladığı bildiriler, hayli zengin ideolojik, siyasi ve teorik işçiliğe sahip. Peki Kürt siyaseti bu sözlüğü kullanabiliyor mu?
2011 yılının Nisan ayındaki bir görüşmede Öcalan'ın şu tespitleri MİT veya hükümet tarafından doğru anlaşılmış olsaydı, Cemaat’in, daha doğrusu Cemaat kılığındaki yeni Gladyo'nun darbe ve suikast girişimleri de önceden görülebilecekti: "…Ben kendi tecrübemden biliyorum. Başbakan’a yönelebilirler. Böylesi bir süreçte Turgut Özal öldürüldü, Jandarma Komutanı öldürüldü, Erbakan ve Ecevit tasfiye edildi. Yarın Erdoğan da öldürülebilir, yarın darbe de olabilir bu ülkede.”
Abdullah Öcalan, bu okumayı yaptığı sırada Cemaat’in liberalleri "Erdoğan Ankaralılaştı, devlet oldu" kavramlarını piyasaya sürerek, 17 Aralık'ın psikolojik alt yapısını örüyordu. Darbe için üretilmiş bu sözlükle Demirtaş'ın bugün kalkıp Erdoğan'ı vurmasını nasıl izah edeceğiz? Siyasi cahillikle mi, darkafalılıkla mı, Hürriyet'e konuşuyor olmanın verdiği heyecanla mı; neyle?
Burada sorun elbette Demirtaş'ın Başbakan'ı ne eleştirmesi, ne yermesi, ne hakaret etmesi. Sorun, Kürt hareketi adına muhalefet ederken darbecilerin sözlüğünü kullanıyor olmasıdır. Bunun adı muhalefet değil, olsa olsa Erdoğan karşıtı cephenin örtülü ortaklığıdır. Bu da şu soruyu akla getiriyor; çözüm sürecini başlatan Erdoğan'a darbe yapmaya kalkan Cemaat’in –dolayısıyla devletin- ürettiği sözlüğü kullananlar mı devlet, yoksa bu güce -devlete- karşı barışı yasalaştırarak olağanüstü bir adım atan Erdoğan mı?
Erdoğan'ın devleti beyaz Türklerin, laik elitlerin, güvenlik bürokrasisinin, jüristokrasinin tekelinden çıkarması elbette doğrudur; milli irade başka nasıl tesis edilir? Aslında elinden devleti alınanlar "Erdoğan'ın devlet olduğunu" ileri sürüyor, halk değil.
Kürt siyasal hareketi, hükümete karşı istediği sertlikle mücadele verebilir, siyaset bu türden sertlikleri kaldırabilir. Kaldı ki, Kürt siyasal hareketi, siyasal pozisyonunu sürekli iktidara karşı alternatif kurarak oluşturmalıdır. Ancak bunu yaparken Emniyet ve Yargı'yı ele geçiren, devletin geriye kalanını da ele geçirmek için darbeye kalkan güçlerin ürettiği terimler ve tanımlar kullanarak Erdoğan'a karşı savaşmamalı; kendi öz mücadele sürecinde açığa çıkan, kendi öz çıkarlarını yansıtan bir dili tercih etmeli. Başkalarının diliyle ancak başkalarına hizmet edilir...
Yorum Yap