- 20.04.2016 00:00
‘Ak Parti Sürekli Eğitim Merkezi’ (AKSEM) adında bir merkez kurulmuş. Merkezdeki ilk‘ders’i de haliyle Davutoğlu veriyor. Söz konusu‘ders’le gazetelere düşmeden önce televizyon ekranında karşılaştım. Birkaç aklıbaşında ve de işi gücü eğlence olanlar dışındaki bütün televizyon kanalları ‘ders’i izleyicilerine canlı yayınla aktarıyordu.
Ne hazin bir manzara… Ne hazin bir ‘Türk medyası’ tablosu… Her birinin adı değişik ama ortak özellikleri ‘Ak Parti propaganda kanalı’olmak… ‘Aman hiç değilse ilk dersten mahrum kalmasınlar’ diyerek saatler süren (bu bir tahmin ama doğru olsa gerek çünkü başbakan sazı eline alınca -yakın dönemde Urfa örneğinde olduğu gibi- lafın sonunu bir türlü getiremiyor) bu ‘ders’i topluma izletmeyi görev bilmişler.
Başbakan bu ‘ilk ders’te Habil ve Kabil’den başlayıp Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Peygamber, Hz. Ömer’den dolanıp 1. Dünya Savaşı, İstiklal Savaşı, Adnan Menderes vs ile devam edip lafı –tabii ki- cumhurbaşkanına kadar getiriyor… Salonu ‘dağıtılmış olarak’ dolduran dinleyicilerin-öğrencilerin bu bombardıman karşısında nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlayamıyoruz tabii ki. ‘İlk ders de dersti yani!‘ diye mi, yoksa ‘Bu ders de Sivas zulmünü (hani o meşhur hikaye) aratmadı yani!’ diye mi düşünüyorlar bilmiyoruz tabii ki… Ancak kafalarının epeyce karıştığını tahmin etmek mümkün, çünkü sahnedeki ‘hoca’, üyesi ya da sempatizanı oldukları Ak Parti’den arada bir söz etse de asıl olarak dünyanın dünü, bugünü ve yarınını- neredeyse tarif edilemez bir heyecanla tasvir etmektedir…
Şimdi de isterseniz, bu ‘ilk ders’e ilişkin gazetelerde yer alan alıntıların bir kısmını gözden geçirelim.
“Bizim hareketimiz insanlığı kuşatan kadim bir geleneğin ürünüdür. Ak Parti Türkiye gibi belli bir konjonktürel şartlarda ortaya çıkmış bir yapı değildir. Ak Parti de Türkiye’de konjonktüre hapsedilemez. Habil ve Kabil’den bu yana…”
Sizi bilmem ama benim açımdan çok şaşırtıcı tespitler bunlar. Bu tumturaklı sözler karşısında sade bir vatandaş olarak şu soruları sormak meşrudur sanırım: Ne yani, Ak Parti (öncesi AKP) Türkiye’de yirminci yüzyılın ilk yıllarında kurulmuş ve Habil ve Kabil ile uzaktan-yakından bir akrabalığı olmayan bir siyasi parti değil midir? Dolayısıyla nasıl oluyor da‘konjonktür’ün ürünü olmuyor? Ak Parti’nin bu ‘konjonktüre hapsedilemez’ olduğundan –hem de ısrarla- söz etmek epeyce yersiz kaçmıyor mu? Ne yani, bu partinin –haberimiz olmadan- başka ‘konjonktürler’de de eli, yeri, ağırlığı mı var?
“Hz. İbrahim Nemrut’a niye karşı çıkmışsa, Hz. Musa Kızıl Deniz’e açılan yolu hangi amaçla açmışsa, Hz Peygamber hangi tevhit inancı ile yola çıkmışsa biz de o yolun yolcusuyuz.”
Görüyorsunuz, ‘ders’in daha da problemli olan bir bölümüyle karşı karşıyayız. Meğerse biz Ak Parti’yi hepten yanlış biliyormuşuz; biz onu doğum tarihi belli seküler bir kuruluş, yani bir siyasi parti olarak bellemiştik. Bu partinin şimdi genel başkanının açıkladığı gibi – seçilmiş, çünkü dikkat ederseniz İsa Mesih’in adı geçmiyor!- bazı peygamberler ve onların yapıp ettikleriyle nasıl bir ilişkisi olabilir ki? Şahsen fetva verecek bir mevkide olmasam da bu ‘parti tarifi’nin epeyce müminin canını sıktığını sanıyorum. Şunun şurasında 15 yıllık ömrü olan bir siyasi partinin kendisine bu şekilde ‘atalar’ bulması görülmemiş bir şey doğrusu…
‘İlk ders’te bu ‘atalar bulma’ çabasının başka örnekleri daha var. Ama yerim daraldığı için bu bahsi kapayıp yine Davutoğlu’ndan dinlediğimiz partinin ‘ilkeleri’ meselesine geçiyorum.
‘İlkeler ‘derlediğim demette şöyle şeyler var:
“Ak Parti, sadece Türkiye’nin bir siyasi hareketi değil. Bütün mazlum milletlerin siyasi hareketi olma özelliği taşır.”
Nasıl yani? Ortada bu tespiti destekleyecek tek bir örnek olmadığı gibi, Türkiye’nin bir yıldan kısa bir süre içinde bir savaş alanına dönmesinde çok önemli bir rolü olan bir siyasi hareket nasıl olur da ‘mazlumlar’tarafından örnek alınabilir?
“Ak Parti, ahlaki bir harekettir’ / ‘Ak Parti, bir gönül, muhabbet hareketidir.”
Bana sorarsanız özellikle bu iki ‘ilke’–hem de genel başkanının ağzından- AK Parti’nin niçin bir ‘siyasi hareket’ olmadığının belgesidir. Bir siyasi partinin kendisini ‘ahlaki bir hareket’ olarak tarif etmesinden daha yersiz ne olabilir? Bu sözlerin sahibinin ‘ahlak’ ve ‘ahlakçılık’kavramlarını bir kere daha karşılaştırmalı olarak gözden geçirmesinde yarar vardır derim.
Buradan hareketle Ak Parti’nin gerçek ilkesini şöyle ifade edebiliriz: ‘Ak Parti ahlakçı bir harekettir, dolayısıyla da gerçek anlamda bir siyasi parti değildir. Dikkat ederseniz, önceden değindiğim ilkeler de esasen bu‘ahlakçı’ zihniyetin eseridir.
Yanlış anlayan olmaz ama ben yine de kısaca belirteyim: ‘Ahlak’ ve‘siyaset’in her ikisi de gerekli ama farklı alandır. Dolayısıyla bu çerçevede amaç, kendisini ahlak haline dönüştürmeyen bir siyaset ve kendisini siyasete indirgemeyecek olan bir ahlakın oluşmasıdır. Ahlakın ahlakilikten uzaklaşıp ahlakçı olmaya başlaması işlerin kötüye gittiğinin önemli bir işaretidir. ‘Ahlak’ ile ‘ahlakçı’ arasındaki fark gözardı edilince,‘ahlakçı’nın ‘ilk ders’te karşılaştığımız türden nutuklarıyla karşılaşırız.
Yorum Yap