İsmail Fatih Ceylan: Muhafazakârların kültür dünyası ne durumda?

Muhafazakârların siyasal anlamda ve artık medya araçları yönüyle iktidarda olunmasına rağmen kültür-sanat dünyası olarak zayıf olduğu kabul edilen bir görüş. Zaten kendileri bu yüzden kırgınlar, hatta öfke duyuyorlar. Fakat bu çok da doğru değil. Aslında kültürel yönden de güçlüler, medyanın yüzde 90’ı ellerinde ama dağınık oldukları için zayıf ve silik görünüyorlar. Çünkü muhafazakârlar bir araya gelmiyorlar, yan yana duramıyorlar, tek başına gezmeyi seviyorlar. Herkes kendi camiasının, fikir

İsmail Fatih Ceylan: Muhafazakârların kültür dünyası ne durumda?
21.09.2023 - 06:38
Haber Merkezi
669

Muhafazakâr kesim, en başından beri kültürel faaliyetlerde zayıf olduklarını, genelde siyasi olarak iktidarda olmalarına rağmen kültürel etkiye sahip olamadıklarını yazar konuşur. Merkez sağ iktidarlarında hükümetler gerçekten de sağ kesimin kültür insanlarına pek yönelmedi, görmezden geldi, ilgilenmedi. Aksine solun fikir adamlarına yaranmaya çalışan bir kompleks içinde oldu. Üstelik onlar sağı ciddiye almadığı, sürekli eleştirdiği, bazen karikatürize ettiği halde onlardan itibar görmek için uğraştılar ve bunun uğruna imkanlar sergilediler. 28 Şubat döneminde Demirel Cumhurbaşkanı iken en yakın danışmanı CHP’ye ve askerlere yakınlığıyla bilinen meşhur bir yazardı mesela.

Turgut Özal döneminde muhafazakârların kültür faaliyetleri Demirel dönemine oranla biraz teşvik gördü. Çünkü Özal bu konuyla ilgilenen bir liderdi. Onun sayesinde bazı ödüller düzenlendi, yeni gazeteler kuruldu, yayınevleri, yazarlar destek aldı. Özellikle cemaat ve tarikat ağırlıklı yapılar bu dönemde ciddi yatırım yapma fırsatı buldu. Ancak o yapılar sadece kendi gruplarına yönelik etkiye önem verdiği için, genel bir kültürel ortam oluşamadı. Zaten Özal vefat etmiş, ardından Tansu Çiller-Mesut Yılmaz kavgaları yaşanmış, Demirel cumhurbaşkanı olmuş, ülke krizler içine düşmüştü.

Ak Parti iktidarı muhafazakârların tam anlamıyla ülke yönetimine sahip olduğu bir iktidar oldu. Ancak Türkiye’nin en uzun ömürlü iktidarı olduğu halde, 21 yıllık süreçte kültürel iktidar olmayı başaramadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, kendi iktidarları döneminde kültürel yönden zayıf kaldıklarını “Her konuda başarılı olduk, ekonomide G-20’ye girdik, IMF’nin borçlarını sıfırladık, Üçüncü Köprü, Marmaray, Adalet sarayları, hızlı tren gibi devasa işler yaptık ama ne yazık ki kültürü ihmal etik” sözleriyle bazı toplantılarda dile getiriyor.

Sağ iktidara geliyor solcular itibar görüyor

Muhafazakârların genelinde bu konularda şikâyetler, hayıflanmalar, kırgınlıklar elli yılı aşkın var. Sağ kesimin kültür adamları, yazarları, sanatçıları o zamanlardan beri dertli. Çoğuna göre, sağ iktidara geliyor ama solun kültürdeki hâkimiyeti bitmiyor, tersine kültür-sanat dünyasına daha çok hâkimler.

1950’li yıllardan beri “Sol’a karşı bir kompleks duyulduğundan” ve “yüzde seksenle iktidara bile gelinse Sol’un kültür hâkimiyetinden kurtulunamadığından” dem vurulur. “Bugüne kadar hangi sağ iktidar olursa olsun, Kültür Bakanları hep solculara şirin görünmüş, hep sol yazarlara itibar göstermiştir” sözleri çok söylenir sağ kesimde. “Sağcı Kültür Bakanları, sağcı kültür adamlarını adam yerine koymamıştır” iddiaları da çok yaygındır.

Sağcı kültür adamları, yazar, sanatçı, gazeteci bilinenlerin hemen hepsi, “sol sanatçılara gösterilen itibarı göremediklerinden” bahsediyorlar. “Bizimkilerin gözüne girebilmek için sol gazetelerde yazmak, sol yayınevlerinde kitap yayınlatmak gerek” diye sitem edenler az değil.

Bu sitemlerin dışında farklı şikâyetler de var. Birincisi, “Benim değerimi bilmiyorlar, bana ödül vermiyorlar, sahip çıkmıyorlar. Sol’da olsaydım bugün şöhreti yakalardım, el üstünde tutulurdum” duygusundan kaynaklanan öfkeli sitem.

Diğeri, “Solcular, komünistler, ateistler, Yahudiler, masonlar, tapınakçılar, illimunaticiler kadar biz birbirimize sahip çıkamıyoruz” anlayışından kaynaklanan genel değerlendirmeler. “Biz Allah, Din, Ahlak diyoruz ya, o yüzden bizi görmezden geliyorlar” mantığı güdenler de var.

Fakat bunun dışında bazıları, “Bizimkiler de bir şey beceremiyor, reklam-tanıtım yapamıyor, hep kendi ahbap çavuş olduklarına ödül veriyorlar, onlardan bahsediyorlar, kimse de onları kaale almıyor” şeklinde sağ kültür camiasına eleştiri getiriyorlar. “Biz zaten birbirimize destek değil, ancak köstek oluruz” özeleştirisi yapanlar da çok.

Sağ kesimde kültür adamlarına yönelik kurum sayısı çok fazla değil. Bu kurumlar da genelde bugün yaşamayan Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayezıt gibi isimlerle İsmet Özel, Nuri Pakdil, Mustafa Kutlugibi yaşayan isimler anılır, gündeme getirilir, yaşayanlara ödül verilir. En büyük aktiviteleri bu anmalardır. Bazen Kültür Bakanlığı veya belediyeler destekli konuşmalar, konferanslar düzenlenir. Ancak bu tarz anmanın dışında yeni yetişenler için edebi ortam sağlanamamaktadır. Eskisi gibi gazeteler kültüre değer vermiyor, artık o eski edebi dergiler de yok.

Muhafazakâr kesimde Necip Fazıl ve Sezai Karakoç diğerlerinden farklıdır. Ancak onlara gösterilen itibar ve saygı, hem en zor zamanlarda sağ kesimin fikir dünyasına katkılarından, hem de en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarında sık sık o isimlerin şiirlerine yer vermesinden kaynaklanıyor. Erdoğan’ın bu ilgisi olmasa, Sezai Karakoç’un “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır… Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır…” diye ün salan Ey Sevgili şiiri böylesine tanınmazdı. Bu şiir, şairin en meşhur Mona Roza şiirini bile gölgede bıraktı.

Bu iki ismin kitapları yıllardan beri belediyeler ve bazı kurumlar tarafından toplu alınıp vatandaşa hediye edilmesi önemli bir kültür desteği. Necip Fazıl’ın Çile adlı şiir kitabını herhalde almayan belediye pek kalmamıştır. Ancak bu iki yazarın eserlerinin hediyelerin dışında raflarda yer alması, okura ulaşması yirmi yılı aşkın iktidar olan muhafazakâr bir hükümet döneminde hâlâ zayıftır.

Muhafazakârlar sanatçılar yan yana gelemiyorlar

Muhafazakârların siyasal anlamda ve artık medya araçları yönüyle iktidarda olunmasına rağmen kültür-sanat dünyası olarak zayıf olduğu kabul edilen bir görüş. Zaten kendileri bu yüzden kırgınlar, hatta öfke duyuyorlar. Fakat bu çok da doğru değil. Aslında kültürel yönden de güçlüler, medyanın yüzde 90’ı ellerinde ama dağınık oldukları için zayıf ve silik görünüyorlar.

Çünkü muhafazakârlar bir araya gelmiyorlar, yan yana duramıyorlar, tek başına gezmeyi seviyorlar. Herkes kendi camiasının, fikir dünyasının, cemaatinin, tarikatının, meşrebinin, sevdiği yazarın, yayınevinin, gazetesinin, derginin kültürel faaliyetlerinin peşinden gidiyor. Diğerlerini beğenmiyor, görmüyor, duymuyor. Oysa onlar da kendi zihin dünyalarının bir parçası. Sadece tarzları, ekolü farklı.

Sanatçılar, yazarlar, yayınevleri de bu zamana kadar tek başına olmayı tercih etmiş. Söz gelimi ilk öncülerden oldukları, düşünce dünyasını şekillendirdiği için tartışmasız genelin saygısını kazanan Necip Fazıl ve Sezai Karakoç, eserlerini kendilerine ait yayınevlerinde yayınlamış ve her ikisi de kendi yayınevlerinde başka yazarlara yer vermemiştir. Yine her ikisi de kendilerinden başkasıyla pek ilgilenmemiştir.

Daha sonraki dönemlerde 1970’li, 80’li, 90’lı yıllarda varlık gösteren Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Yaşar Kaplan, Mustafa Kutlu, Arif Ay, Turan Koç, Hüseyin Su, İbrahim Tenekeci gibi isimler, her biri değerli isim olmasına rağmen “zayıf yayınevlerinde” kitapları yayınlandığı için kitapları uzun yıllar çoğu kitapçı mağazalarının rafında yer alamadı, okuyucuya yeterince ulaşamadı. Sadece onları sevenler, yazdıkları dergilere abone olanlar, üç-beş bini geçmeyen gönüllü okurlar kapalı devre kitaplarını edindiler, etraflarına tavsiye ettiler. Bu yazarlar bu yüzden belki de, bir kuşak kaybettiler. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt gibi isimler ancak TRT’de Yedi Güzel Adam dizisi yayınlanınca daha geniş kesim tarafından tanınabildi. Belki on yıllarca pek satılmayan kitapları o diziden sonra hareketlendi. Nuri Pakdil, geçmişteki talebeleri Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ın ziyaretleri sonrası daha çok bilinir oldu.

Muhafazakâr kesimin entelektüel edebiyat çevresinin durumu buyken, aslında güçlü olan muhafazakâr yayıncılar ve yazarlar çevresi vardı. Genelde hidayet romanları yayınladıkları için, entelektüel muhafazakârlar tarafından biraz küçümsenen bir çevreydi. Bu iki kültürel kesim de yan yana duramadı, bir araya gelemedi, kendi başlarına oldular.

En çok okunan yazarlar muhafazakar

Muhafazakârlarda, “Bizim camiada edebiyatı önemseyen, sahiplenen güçlü bir yayınevi yok” görüşü hep hâkim oldu. Oysa o kesimde oldukça güçlü birkaç yayınevi var ki, biri günümüzdeki iki banka yayınevini saymazsak 1980’li yıllardan beri Türkiye’nin en güçlü yayınevi. Fakat o güçlü yayınevleri, edebiyatçıları yeterince okunmuyorlar diye değerlendirmek istemedi. Değerlendirmek istedikleri birkaç isim ise, sadece kendi kitaplarını yayınlayan yayınevi sahipleriydi. Bunların dışında kalan entelektüel muhafazakâr yazarlar ise, güçlü de olsa hidayet romanları yayınlayan bir yayınevinde kitap yayınlatmayı itibar düşürücü buluyordu.

Bu iki kesimin arasında doku uyuşmazlığı uzun yıllar devam etti. Edebiyatçı kesim, o yayınevlerini basit ya da popüler görüyor, yüz binler ve hatta milyonlar satan roman yazarlarına da “halkın dini duygularını kullanan yazım tüccarları” eleştirisi getiriyordu. Kitapları çok satan yazarları, yazardan saymayanlar vardı.

Türkiye’de kitapları en çok satan yazarlar gerçekten de muhafazakâr kesimde. Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah romanı ile Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı romanı milyonu aşan tirajıyla Türkiye’nin en çok okunan ve satılan romanlarıdır, hâlâ bu rekorlar kırılabilmiş değildir. Yavuz Bahadıroğlu, Ahmed Günbay Yıldız, Emine Şenlikoğlu, Halit Ertuğrul gibi onların ardından gelen yazarların romanları da çok eserleri olduğu için toplamda milyonu aşan rakamları görmüştür. Bu hidayet romanları yazanlar halktan destek gördüler ama bu kesimin edebiyatçıları tarafından pek itibar görmediler. Oysa onların bir kısmı, Hekimoğlu İsmail, Şule Yüksel Şenler romanlarıyla hidayete ermiş veya o tarz romanlarla okuma alışkanlığı kazanmıştı.

Muhafazakâr kesimin kültür sanat dünyası gerçekte güçlü, hatta on yılı aşkındır ana akım medya diyeceğimiz gazete ve televizyon kanalları da muhafazakârların yönetiminde ama birbirini değersiz görme, birliktelik sağlayamama, tek başına olma durumu yüzünden dağınık. Gerçi bu durum son zamanlarda biraz toparlanmıştı, ancak bu sefer araya 15 Temmuz darbe girişiminin ortaya çıkardığı farklı bir savrulma kendini gösterdi.

Darbe girişiminden sonra muhafazakârların kültür sanat dünyasında, alan kapma savaşı başladı. Bazıları sosyal medyada hem birbirini, hem de rakip gördüklerini FETÖ’cü olmakla, kripto olmakla suçladı. Bu durum genel anlamda yayınevlerinde, yazarlarda çekinme, korkma, endişelenme, suçlanma duygularına yol açtı.

Özellikle okullarda büyük bir çoğunluğa sahip olan muhafazakâr öğretmenler öğrencilerine “FETÖ’cü ilan edilirim” korkusuyla muhafazakâr yayınevlerinin kitaplarını tavsiye etmekten çekindi. Milli Eğitim Bakanlığı kitap tavsiye listelerini kaldırınca, bu görüşteki öğretmenler mesela Şule Yüksel Şenler, Hekimoğlu İsmail gibi dindar yazarların kitaplarını tavsiye edemedi. Ya da klasik çocuk eserlerinde aslında taraftarı olduğu, desteklediği muhafazakâr yayınevinin adını veremedi, bunun yerine başına bir iş gelmemesi için sol yayınevlerinden çıkan klasik eserleri tavsiye edip geçti. O yıllarda bir sol yayınevi altı ayda üç yüz bini aşkın Küçük Prens kitabı satarak rekor kırmıştı.

Muhafazakârlar bir araya gelip sinerji oluşturamadıkları için pek çoğu son yıllarda çocuklarının ellerinden gitmesinden, yeni neslin kaybedilmesinden oldukça endişeli ve hükümetten bu konuda çözüm beklentisi içinde.

Kültüre değer verilmemesinden ızdırap duyan tanıdığım muhafazakâr bir yazar, 2017’deKültür bakanının kütüphanelere dergi alımını yüzde elli azaltması üzerine tanışık olduğu başka bir bakana dert yanmıştı. O Bakan, “Şu an Ankara’da bu konuyu anlatacak ve anlayacak kimse kalmadı” cevabını vermiş.

Muhafazakâr kesim iktidarın yirmi bir yıldır bu konuya bir türlü fırsat bulamadığını ama bu dönemde iktidarın kültür sanat dünyasına el atacağını düşünüyor.

Oysa muhafazakâr kültür çevresinin önce kendi durumlarına el atması gerek. Yan yana durmayı ve daha önemlisi kültür sanat alanında üretmeyi öğrenmeli.


Editör: N. Cingirt

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar