- 12.10.2021 06:23
İYİ Parti’nin oylarını artırdığı, Akşener’in gittiği her yerde halktan yoğun ilgi gördüğü konuşuluyor. Bu yükseliş ve ilgi ile İYİ Parti’nin biraz daha merkeze yaklaşması ve ideoloji değil kitle partisi olduğunu vurgulaması sanırım alakalı. Parti, her geçen gün geleneksel ‘merkez sağ’ özellikler göstermeye devam ediyor. En son, ‘Projeye değil ranta karşıyız’ kampanyası bunlardan birisi.
Yaklaşık 20 yıl önce AKP’nin vesayeti altına giren merkez sağ geri mi dönüyor?
Türkiye siyasetinde nüansları, basit bir sağ-sol çizelgesiyle çözümlemek elbette zor ama bu ayrım tümüyle anlamsız da değil. 1950’lerden 1990’ların ortalarına kadar Türkiye siyasetini genel hatlarıyla ‘merkez sağ’ siyasal aktörlerin domine ettiğini söylemek mümkün. Bunu söylediğimizde neyi ve kimi kastettiğimiz de anlaşılır.
Merkez sağ tarihsel olarak DP-AP çizgisine tekabül eder; ANAP ve DYP de AKP öncesi merkez sağın son uzantılarıdır. Bu çizgi, Türkiye siyasetinde büyük bir kitleyi temsil ediyor: DP, 1954’de yüzde 58, AP 1965’de yüzde 53, ANAP 1983’de yüzde 45, ANAP+DYP 1991’de yüzde 51 oy almıştı.
Bu partilerin tepelerinde ‘liberaller’ (Menderes, Demirle, Özal), tabanlarında ağırlıklı olarak muhafazakarlar oldu. Bu, merkez sağ partiler ve muhafazakar tabanın ‘modus vivendi’siydi.
Radikal laiklik ve sert kültürel değişim politikaları karşısında muhafazakarlar için merkez sağ hem güvenli bir sığınak hem de bir yeniden dağıtım mekanizmasıydı. Oy verdiler, pay aldılar, sistem içinde meşrulaştılar ve normalleştiler. Bu mekanizma ile muhafazakarlık merkez sağda ‘liberaller’in kontrolüne alınmış, cumhuriyet ve laiklik sınırlarında tutulmuştu.
Ancak, 1990’ların ortalarından itibaren merkez sağ partilerin oyları erimeye, siyasi partileri dağılmaya başladı. Bir yandan Özal’ın ölümüyle ve Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesiyle tepede yaşanan liderlik krizi, öte yandan da 1990’lardan itibaren yükselen ‘kimlik siyaseti’ merkez sağı sarstı. Dahası, İslamcıların yükselişi, yükselirken bir ‘meşrulaşma ve kitleselleşme stratejisi’ olarak da merkez sağ geleneğe sığınmaları merkez sağ ile İslamcı siyaset arasındaki ayrımı silikleştirdi, İslamcıları iktidara taşırken, merkez sağı da İslamcı siyasetin vesayetine soktu.
Bu süreç, özellikle merkez sağın ana toplumsal temelini oluşturan dindarlar ve muhafazakarlar üzerinden yürüdü.
Dönem, kimlik siyasetinin yükseliş dönemiydi. Merkez sağın kimlik siyasetine uygun bir yapısı yoktu; kimlik değil ‘hizmet siyaseti’ anlayışıyla tasarlanmış siyasi bir anlayış, temsil ve paylaşım aygıtıydı. Kimlik siyasetine kendini adapte edemedi. 28 Şubat sürecinde patlayan dindar-laik ayrışmasında merkez sağın siyasal aktörleri (Demirel) DP’den beri var olan cumhuriyetçi-laik köklerine çekilince, muhafazakarlar kendilerini İslamcıların yanında buldular. Merkez sağ muhafazakarları temsil kabiliyetini kaybetmişti. Bu durum muhafazakarlarda derin bir hayal kırıklığı ve kimsesizlik duygusu, en önemlisi de bir temsil krizi yarattı.
2001’de kurulan AKP bu krizi gördü ve muhafazakarlara yürüdü. Milli Görüş gömleğini çıkarıp kendilerini ‘merkez’ bir parti, muhafazakar demokrat bir hareket olarak konumladılar. 28 Şubat’ta kapatılan partilerinin ardından, yükselen laiklik baskısıyla onlar da bir sığınak peşindeydi; hem toplumsal destek hem de sistemsel meşruiyet arıyorlardı.
Böylece, merkez sağda siyasal temsilcilerini kaybeden muhafazakarlar ve İslamcılıktan merkez sağ söyleme yeni geçiş yapan bu hareket buluştu. Ürkek muhafazakar seçmen, 28 Şubat’tan ürktüğü için merkeze gelen İslamcıların kurduğu ama kendini Milli Görüş’e değil DP-AP çizgisine göre tanımlayan AKP’de yeni bir temsil ve dağıtım mekanizması buldu.
Artık, tepesinde İslamcılar vardır merkez sağ siyasetin, tabanında muhafazakarlar.
Merkez sağda liderliğin İslamcılara geçmesi tabandaki muhafazakar rengi de koyulaştırdı. Bir yandan İslamcılar kendi toplumsal ve siyasal modellerini ‘muhafazakarlık’ adı altında sunarken, öte yandan da muhafazakarlar geleneksel merkez sağdaki liberal liderliğin zincirlerinden kurtuldu. İslamcı toplum mühendisliği, Batı ve Batılılaşma karşıtlığı üzerinden muhafazakar taşralılıkla bütünleşerek AKP otoriterliğini üretti. Büyük Türkiye ve Osmanlıcılık söylemiyle ve CHP-laikçilik eleştirisi üzerinden muhafazakarlık İslamcı liderliğe eklemlendi ve mobilize edildi.
Böylece, neredeyse 20 yıllık iktidarında merkez sağın muhafazakar tabanı AKP’de kaldı, iktidar dışındaki cılız merkez sağ aktörlere ilgi göstermedi.
Ancak son zamanlarda AKP’nin bir yandan kaynak dağıtımında zorlanması, öte yandan da kimlik çatışmalarını tahrik eden bir siyaset anlayışında ısrar etmesi muhafazakarları huzursuz ediyor. AKP sonrası dönemde, İslamcıların son zamanlarda giriştiği baskı ve zulüm politikalarıyla ürettiği öfke ve tepkinin hedefi olmak, AKP iktidarının faturasını ödemek istemiyorlar. İktidarın zayıfladığının da farkındalar ve yıkılan AKP’nin altında kalmaya hiç niyetleri yok.
Sonuçta, ‘İslamcı önderliğin’ yolun sonuna geldiğini gören merkez sağın geleneksel tabanı yeniden ‘güvenli ve kazançlı’ bir liman arıyor.
Ancak endişeliler de. AKP sonrasına güvenli bir geçiş yapmak istiyorlar. İslamcıların aşırılıkları karşısında ‘yeniden merkez sağ’ bir liderliğe ihtiyaç duyuyorlar; geçmişte olduğu gibi muhafazakarları emniyete alacak ve yeni dönemde onları dağıtım mekanizmalarına yeniden katacak bir merkez sağ liderliğe…
Yeni bir merkez sağ parti, özellikle de önümüzdeki dönem iktidarın bir ucunda tutacak görülen bir merkez sağ parti AKP’deki muhafazakar tabanı çekip alabilir. İYİ Parti sanki bu rolü üstlenecek gibi.
Yorum Yap