- 28.10.2011 00:00
Derdimiz, iki televizyon spikerinin ve üç-beş faşistin ırkçı hezeyanları mı, Allah aşkına? Yüzlerce insanımızı depremde kaybettik, kalanların önemli bir kısmı kar ve yağmur altında.
Kalacak sıcak bir yeri olmayan insanlar kayıplarının yasını bile tutabilecek halde değiller. Sokaktalar ve yardıma muhtaçlar... Ve biz, Devlet Bahçeli'nin ifadesiyle üç-beş 'soysuz'un sözünü konuşuyoruz. Cafelerde 'tweet'çilik oynayanların piyasaya sürdüğü gündem ruhumuzu karartıyor, acılarımızı katmerleştiriyor.
Yine de toplumun verdiği büyük fotoğraf çok net. Van'daki depremzedeler için gözyaşartıcı bir yardım seferberliği sürüyor.
İlk andan itibaren müthiş bir duyarlılık gördük... Örgütlü kuruluşlar değil yalnızca, sade vatandaşlar da inisiyatif aldılar. Yardım göndermekle kalmadılar, kampanyalar düzenlediler anında. Yardım organizasyonu yapmayan, bunlara katılmayan kimse kalmadı adeta. Türkiye'nin her yerinden belediyeler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, barolar, okullar, işadamları, medya kuruluşları... Gösterdiler ki Türkiye halkı acıda, tasada, dertte ortaklaşır. Gidenleri getiremese de kalanları yalnız bırakmaz, onları teselli eder, acılarını azaltmaya çalışır.
Böyle bir durumda üç beş sapığın twitter mesajlarını ciddiye alıp ulusal medyada bunu tartışmaya koyulmak kadar saçma bir şey olamazdı. Ama yaptılar bunu. Yüreklerin acıyla kenetlendiği, birleştiği bir anda zehir taşıdılar yüreklere. Güya bu 'ırkçı ve faşist' mesajları kınamak için onları arayıp bulanlar ve gündeme getirenler eminim oynadıkları 'rol'ü biliyorlar. Zaten ulusalcı neo-faşizm onların beslemesi...
Bunları biliyoruz, yaptıklarına da şaşırmıyoruz. Şaşırdığımız, siyaset erbabının, bazı istisnalar dışında 'Van sınavı'ndan çakmış olması. Koca koca adamlar, deneyimli siyasetçiler durduk yere birbirlerini suçladılar. Yok 'senin hükümetin geç kaldı', 'peki senin belediyen neredeydi?' türünden inanılmaz bir duyarsız, anlamsız ve işlevsiz siyaset dili.. Herkes oradaydı; hükümet de, belediye de, halk da... Acıları da politikleştirmenin âlemi var mıydı Allah aşkına?
Yunus'un bakışlarındaki o insaniyeti, o masumiyeti kendi kavgamıza alet etmeyi başardık! Ölenlerin kayıplarını, kalanların devam eden acılarını kendi yükselişimize basamak yapmaya kalkıştık.
Tezatlar ülkesiyiz ya; derde deva siyasi açıklamalar da gelmedi değil. BDP genel başkanı yardımlardan 'kardeşlik kokusu' aldı, Devlet Bahçeli Türk ırkçılara 'densizler ve soysuzlar' dedi. Avuçlarımız patlayana dek alkışlamak isterdik bu sözleri. Ama ardından ezber siyasal kavgalarımıza dönüverdik. Böylesi büyük bir acıdan başka acıları durduracak bir panzehir bulma fırsatı doğmuşken, bunu heba ettik. Oysa böyle bir musibetten bile bir hayır çıkması mümkündü.
Düşünün, böyle bir ortamda PKK saldırılarına devam edebildi. Hem de Van'da. Bunu izan, insaf ölçüleriyle açıklamak mümkün değil. Bu koşullarda ordunun da operasyonları sürdürmesi bence izah edilemez.
Bir durun ya! Bırakın insanlar yaslarını tutsunlar barış içinde. Kayıpların yası için bile barışa ihtiyaç var.
Yunus'un o kacaman güzel gözlerini görmediniz mi? Ondaki insaniyeti, masumiyeti. Ölürken bile 'kararmayan' gözlerini... Adeta 'sizleri anlamıyorum, neden hâlâ öldürüyorsunuz?' diyen gözlerini. Dünyaya, birbirinize onun gözleriyle bakmayı deneseniz bir? Omuzunda ölümün eli, üzerinde bir koca binanın enkazı dururken bile bize öyle güzel bakabilen bir çocuk için, daha doğrusu kendi insanlığımız, vicdanımız için bir şeyler değil, çok şeyler yapmalıyız.
Yaşamadı Yunus. Yaşamaya değmez buldu belki bizim dünyamızı, kavgamızı. Kurtarılışını, 'Yunus'u öldürdüler' diye veren bir gazetenin bulunduğu ilkel bir dünyada Yunus'lar nasıl yaşayabilir ki zaten?
Deprem üzerinden siyaset yapmaya kalkışanlar twitter'da ırkçı mesajlar gönderenlerden farksız değil. Herkes toplumun vicdanına bakmalı, dayanışmasını görmeli ve siyasetini ona göre yapmalı. Vicdansız siyaset olmaz, çünkü insanlık olmaz.
Yorum Yap