Erdoğan’ın AKP’ye ihtiyacı var mı?

  • 16.10.2023 13:45

Geçen hafta AKP kongresi yapıldı, yeni yönetim seçildi. Parti içindeki bazı ağır topların dinlenmeye çekildiği söylendi ama pek kimsenin ilgisini çekmedi kongre. Nedeni anlaşılmaz değil aslında; iktidarın merkezi parti değil artık, cumhurbaşkanı ve kabinesi.

 

Dahası, AKP başarısız bir parti; son seçimleri kaybetti, oyu neredeyse 2002 seviyesine düştü ve artık Meclis çoğunluğu da yok. Ana siyasal aktör hem seçimi kazanan hem iktidarı kullanan Erdoğan’ın kendisi. Dolayısıyla, partinin Erdoğan’a ihtiyacı var, Erdoğan’ın partiye değil. Parti sadece bir ‘örgüt,’ seçimden seçime sahaya sürülen, iktidarın programına ve icraatlarına katkı sunmayan bir ‘makine.’

AKP’nin başında bir ‘lider’ var. Seçimi kazanan o. Kaybederse de o kaybedecek. İmamoğlu “İstanbul’da seçimi Erdoğan’a karşı kazandım” derken haklıydı.

Aslında cumhurbaşkanlığı sistemi bütün partileri benzer bir ‘işlevsizlik’e doğru itiyor. Bu sitemde iktidara gelenler artık partiler değil ‘kişiler.’ Şu sıralar muhalefet partilerinin yaşadığı krizin nedenlerinden biri de bu. Son seçimlerde ‘tek adam’a karşı altı partiyi ve altı lideri bir araya getirip ‘tek adam’ın karşısına koymak işe yaramadı. Bütün partiler kaybederken bir ‘lider’ kazandı. Dolayısıyla, ‘kazanacak lider’ çıkaramayan partiler seçmene ‘iktidar vadetmeyen’ işlevsiz siyaset kurumları gibi görünüyor. Çünkü, bu sistemin liderlerin yarıştığı bir sistem olduğu adeta tescil edildi son seçimlerde.

Muhalefetin krizi şu: Bir lideri, yani Erdoğan’la yarışacak bir alternatifleri yok. Seçim sonrası yeni dönemde iktidara alternatif olma iddiası Erdoğan’ı yenebilecek bir liderin varlığını gerektiriyor. Ana muhalefet partilerinde böyle bir liderliğin görülmemesi muhalif çevrelerin umutsuzluğunun kaynağı. CHP’de ‘değişim’ tartışmaları bu bağlamda önemli: parti, beş yıl sonrası için bir ‘alternatif’ üretebilecek mi?

Beğenin veya beğenmeyin, sistem, liderleri partilerin üstüne çıkarıyor. İktidar partisinde bu daha da görünür: Erdoğan, ülkeyi ‘partisiyle’ değil ‘ekibiyle’ yönetiyor. Ekibi de giderek daha az ‘partizan,’ daha çok ‘teknokrat’ ve ‘devlet adamı’ görüntüsü vermeye çalışıyor. En azından, bu görüntüyü vermeyi başaranlar daha ‘popüler’ siyasiler olarak karşımıza çıkıyor.

Metropoll’ün geçenlerde yayınlanan bir araştırması bu bağlamda ilginç veriler içeriyor. Hakan Fidan, Mehmet Şimşek ve Ali Yerlikaya gibi bakanların beğeni düzeyi hayli yüksek, hatta bütün muhalefet liderlerinin önünde. Bunlar, mayıs seçimlerinden sonra kabineye katılan isimler. Özellikleri, siyasetçiden çok devlet adamı olarak görünmeleri, partiyi değil devleti temsil ediyor imajı vermeleri.

Gerçekten de bu isimler parti içinden gelmiyorlar, partide görevleri yok, hiç de olmamış. Metropoll araştırmasında sorulmamış da olsa bu isimlere yeni MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ı da eklemek mümkün. Muhtemelen, mevcut popülerliklerinin nedenlerinden biri zaten ‘partili’ görünmemeleri. Partilerin farklı kutupları yansıtan kapalı kimliklere dönüştüğü bir dönemde Fidan, Şimşek ve Yerlikaya ‘devleti temsil’ görüntüsüyle iktidar blokunun yanısıra muhalefet çevrelerinden de olumlu tepkiler alarak daha geniş bir meşruiyet ve kabul yaratmayı başarmış görünüyor.

Bu, Erdoğan’ın ‘çevresindekiler’e meşruiyet ve beğeni yaratma kapasitesini gösterdiği kadar, halkın dış politika, güvenlik ve ekonomi alanlarında partili görüntü vermeyen, devleti ve ‘devlet aklı’nı temsil eder görünen siyasi aktörlere kredi açma eğilimini de yansıtıyor. Toplumun ‘devletçi,’ devleti merkeze alan siyasal kültürü ile iktidarın yeni dönemde yaratmaya çalıştığı siyaset tarzı birbirlerini tamamlıyor.

Ancak bu, Türkiye siyasetine ilişkin büyük bir sorunu da anlatıyor: siyasetsizlik.

Toplum, siyasi bir konumdaki kişilerden (bakanlardan) siyaseti değil devleti temsil etmelerini bekliyorsa ve buna tanık olduğu ölçüde onlara yönelik destekleri artıyorsa bildik anlamıyla siyaset bir ‘kriz’ yaşıyor demektir.

İktidar, siyaseti ve devleti kamuoyunun gözünde ayrıştırmayı başarmışsa, ‘siyaset’ bölerken ve kutuplaştırırken ‘devlet’ birleştiriyor görünüyorsa ve o ‘birleştiren devlet’ aslında dokunulamaz, denetlenemez ve eleştirilemez bir siyaset modeli yaratıyorsa, sorun sadece siyasetin krizi değildir.

Hem iktidar kullanıp hem de ‘siyaset üstü’ bir konum işgal edenler ve bunu topluma ‘devlet gibi davranmak’ olarak sunanlar muhalefete karşı asimetrik bir güç yaratırlar. Siyasetin yolunu ‘devlet’ kapadığında ‘hegemonya’ kurumsallaşır. Son seçim sonrası olan biraz da bu. Üç Bakanın kamuoyunda yüksek beğeni düzeyleri ve muhalefet çevrelerinden yükselen takdir sesleri böyle bir modelin işlediğini gösteriyor.

Daha genelde, devletle özdeşleştirilen parti ve lider çok geniş bir egemenlik ve meşruiyet alanı bulur. Cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanı olarak değil ‘devlet başkanı’ ve ‘başkomutan’ olarak görüldüğünde sarsılması zor bir ‘hegemonya’ kurulmuştur. Böylesine güçlü bir ‘yapı’ya karşı alternatif bir lider çıkaramayan muhalefet, iktidarın devamını sağlayan bir aparat haline dönüşürken, muhalefeti temsil yeteneğini de kaybeder. Siyaset tükenmiş ve rejimin kalıcılaşmıştır, çünkü rejim siyasetsiz değiştirilemez…

Sonuçta, devleti ve devleti temsil eden bakanlarıyla birlikte Erdoğan’ın AKP’ye ihtiyacı neredeyse yok. Liderlik tarzı, siyaset-devlet ilişkisi, organik aydınları, etkisiz muhalefet partileriyle ne kadar çok benziyoruz Putin’in Rusya’sına…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.