Cengiz Algan: Bir varmış, bir yokmuş: Ermeniler

Pangaltı Ermeni Lisesi öğrencisi Aleksi Gövciyan’ın hayatı, bir edebiyat dersinde ünlü Ermeni şairlerin hepsinin ölüm

Cengiz Algan: Bir varmış, bir yokmuş: Ermeniler
22.04.2015 - 16:49
2539

 Pangaltı Ermeni Lisesi öğrencisi Aleksi Gövciyan’ın hayatı, bir edebiyat dersinde ünlü Ermeni şairlerin hepsinin ölüm tarihlerinin aynı olduğunu fark etmesiyle tamamen değişir. “Neden hepsi 1915’te ölmüş?” sorusuna cevabı azarlanıp yerine oturtulmakla alır. Ancak onu azarlayan öğretmen papaz, Aleksi’yi sonradan odasına çağırıp 1915’te neler olduğunu anlatır. Genç Aleksi o günden sonra oturup konuyu araştırmaya başlar. Öğrendiklerinden o kadar etkilenir ki liseyi bitirince artık Türkiye’de yaşayamayacağına karar verir ve Fransa’daki akrabalarının (İstanbul, Kurtuluş doğumlu birinin Fransa’da neden bir sürü akrabası vardır?) yanına yerleşir ve böylece Fransa Ermeni diasporasının bir üyesi haline gelir.

Halen Fransa Ermeni Cemiyetleri Federasyonu başkanlığını yürüten Aleksi Gövciyan, Fransa parlamentosunun 2005’te çıkardığı soykırım yasasının mimarlarından biri olur. Bu nedenle Türkiye için “persona non grata (istenmeyen kişi)” haline dönüşür ve kendisine ambargo konulur.

Yıllar önce Ermeni aydınların nasıl öldürüldüğünü tesadüfen öğrenince doğduğu şehri terk eden Gövciyan, aradan geçen uzun yıllar sonunda, 2007’de, yine bir Ermeni aydının, Hrant Dink’in öldürüldüğünü öğrenince İstanbul’a gelir.

Doğduğu şehre dönüşü de kriz yaratır. Gövciyan, diasporanın Dink’in cenaze törenine katılmak üzere seçtiği beş kişilik heyete dâhil edilince, Ankara’da sıcak saatler yaşanır. Sonunda Dışişleri’nin onayıyla İstanbul’a gelebilen (benim de o sırada tanışma fırsatı bulduğum) İstanbullu Gövciyan, İstanbul’da Hrant Dink’in cenazesine polis korumasıyla katılmak zorunda kalır. Bundan altı yıl sonra da Taksim Meydanı’nda, o yıl dördüncüsü düzenlenen Soykırım Anması’na iştirak etmek üzere, bir diaspora heyetiyle birlikte gelecek ve “Türkiye Türklerindir” gazetesine röportaj vererek gördüğü değişimi anlatacaktır (29 Nisan 2013, Cansu Çamlıbel).

Bu röportajda uğruna memleketini terk ettiği soykırım meselesi hakkında şunları söyler:

“Elbette zor bir konu. Tarihin karanlık bir yüzü. Kendimi Türk yöneticilerin yerine koyuyorum da hakikaten Türk Dışişleri Bakanı olsam ne yapardım bilemiyorum. Onların yerinde olmak istemezdim”.

“Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan bunların hepsini çözebilecek kapasitede siyasetçiler”.

“Toprak talebine gelince uluslararası hukuk bunu sadece bir devletin talep edebileceğini söyler. Yani diasporada kimse kalkıp da böyle bir talepte bulunamaz”.

“Dünyadaki Ermeniler için bir Ermenistan var ki orası memleket. Bir de Türkiye var ki o da kökler. Bütün Ermenilerin kökenleri bu topraklardır. İstanbul’dur, Konya’dır, Samsun’dur, Malatya’dır, Muş’tur. Ermeniler bu coğrafyanın her bir tarafındandır. ‘Diaspora farklı’ demek gerçek dışıdır”.

“Ben Fransa’da çıkacak bir yasa yerine Türk hükümetinin yaklaşımının değişmesini tercih ederim. O yasaları biz Türkiye devamlı ‘soykırım yoktu’ dediği için çıkartmak istiyoruz. O tür yasaların bizim açımızdan kıymeti Ermenilerin anılarının inkârını engellemektir. İnkâr olmadığı zaman yasalara da ihtiyaç olmaz”.

Bu kısa hikâyeden pek çok sonuç çıkarmak mümkün:

1) Ermeniler “buralı”dır.

2) Ermeni Soykırımı sadece Türklerden değil, ataları öldürülen Ermenilerden bile gizlenmiştir.

3) Ermeni diasporası Türkiye’yi yıkmaya çalışan düşman uzaylılardan değil, zamanında buraları terk etmek zorunda kalmış Anadolu insanlarının torunlarından oluşmaktadır.

4) Her şey resmi tarihin anlattığı gibi değildir.

5) Gerçekler er ya da geç ortaya çıkar.

6) Yanlışta ısrar, peşinden başka yanlışları getirir.

Bu yazıyı yine “Türkiye Türklerindir” gazetesinde geçen hafta (20 Nisan) yayınlanan, yine konuyla yakından ilgilenen başarılı gazeteci Cansu Çamlıbel’in, bu defa devletin resmi tezlerini yıllarca savunmuş emekli büyükelçi Ünal Çeviköz’le yaptığı röportajdan bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

- Türk dış politikasının Ermeni meselesindeki hassas karnı nedir?

Bizim bütün sıkıntımız Ermenistan’la ilgili politikamızı tamamen soykırımla ilgili iddialar üzerine kurgulamış olmamız. Bizim bütün yıl boyunca beklediğimiz tek tarih var; 24 Nisan. O gün başımıza ne gelecek, ABD Başkanı ne diyecek, soykırım kelimesini kullanacak mı, kullanmayacak mı? Başka ülke parlamentolarında bu geçecek mi, geçmeyecek mi? Dışişleri Bakanlığı aralık sonundan itibaren buna odaklanır. Çoğu zaman ABD Kongresi’nde bir karar tasarısı vardır, komisyonda görüşülmeye başlanır. Bunu durdurmak için Beyaz Saray nezdinde girişimler yapılır. Bunların hepsi 24 Nisan’da biter. Eğer soykırım sözcüğü kullanılmamışsa ve başka ülkelerde tepkimizi gösterecek bir takım nedenler oluşmamışsa, 25 Nisan itibariyle biz rahatlarız. Esas hata da bu zaten. 25 Nisan’dan ocak başına kadar bir daha hiçbir şey yapmıyoruz.

- Bugün Dışişleri’nde aktif görevde olsanız nasıl bir strateji önerirdiniz?

Türkiye meseleyi 24 Nisan üzerine değil, Ermenistan’la ilişkilerinin gerçekten normalleşmesi üzerine kurmalıdır… Eğer Türkiye 25 Nisan 2015’ten itibaren bu kararı alır ve sağlıklı bir Ermenistan politikası izlemeye başlarsa o zaman zannediyorum bundan sonra böyle bir sendrom yaşamayız. Ya 25 Nisan sabahı milletçe bir ‘oh’ çekeceğiz veya ilk defa ‘vah’ çekeceğiz.”

Bundan daha açık anlatmak kolay değil. Neyse ki dünya her gün değişiyor. Türkiye’de öyle.

Serbestiyet