Orhan Gazi Ertekin: Bir suikast ve bir kadının yeniden doğuşu: Sezen Öz’ün adalet mücadelesi

Orhan Gazi Ertekin: Bir suikast ve bir kadının yeniden doğuşu: Sezen Öz’ün adalet mücadelesi
24.03.2021 - 06:21
4891

Doğan Öz her 24 Mart’ta hayatıyla, savcılık mesleğiyle, katledilmesiyle ve tabii ki öfke uyandırıcı cinayet davasıyla birlikte hatırlanır.

1978’de katledilen bir aydını-savcıyı ölüm yıldönümü anmasıyla hatırlamak az şey değildir kuşkusuz. Fakat  toplumsal ve demokratik hatırlamanın bir ölçüde başka bir şey olduğunu da hatırlatmak isterim. Zamanın ritmini takip ederek anmayı aşan ve bir anma olmaktan çok yeniden yaşatmaya dönüşen bir hatırlamaya çok ihtiyacımız var.

Türkiye’nin siyasi hafızasını kurma biçimine dair tecrübelerimiz gerçekte pek az toplumsallık ve demokratik içerik taşımaktadır. Takvim devreleriyle ilerleyen bu hatırlamalar ‘folklorik’ bir hal aldığı ölçüde ölülerimizi ve yaşayanlarımızı anlamak açısından da yeterli olmaktan çıkar.  O nedenle artık ‘hatırlama mesaisi’nden çıkıp demokratik bir hatırlamanın yollarını bulmalıyız. Çünkü adalet mücadelesi devam ediyor ve bugüne gelen haksızlıklarla doğrudan alakalı olduğu ölçüde ölülerimizi bugünün yaşayan mücadelelerine yerleştirmek bizi bir rutinin tuzağından kurtaracak tek şeydir.

Şimdi burada size Doğan Öz’ün katledilmesinden sonra nasıl yeniden yaşatıldığını ve cinayet davası ve adalet serüvenini bir başka gözle anlatmak istiyorum. Yaşayan bir hayatın içinden.

Doğan Öz kısa hayatının sonuna geldiğinde bir kadının hayat hikayesi de yeniden başlamıştı: Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz’den söz ediyorum. Bize Doğan Öz’ü hep anlatan; bizi on yıllarca hiç yorulmadan 24 Mart 1978’in o donmuş zamanına götüren, davayı hüzünle yeniden ve yeniden dillendiren kişiden bahsediyorum. 43 yıl boyunca aralıksız mücadele verdiği halde kendisi bir türlü anlatılmayan kişi o.  24 Mart aynı zamanda Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz’ün bütün bir Türkiye’nin önünde yeniden doğduğu ve yeni bir hayata başladığı günün yıldönümüdür. Yani adalet mücadelesinin. Yani Türkiye’nin cinayetlerle ilişkisinin. Yani Türkiye’nin hukukunun ve yargısının hikayesidir. Bugün de yaşayan dinamik hikayesi. Gelin bir Türkiye geleneğinin biraz dışına çıkıp ona yeni hikayeler kazandırmak için bu kez 24 Mart Doğan Öz anmasını biraz başka bir yerden yapalım. Öldürülen erkekler ve adalet arayışındaki kadınlar üzerinden…

Doğan Öz ve Sezen Öz…

 

 

 

 

Doğan Öz, Türkiye’de kontrgerilla faaliyetleri ile olağan yasal alan arasında bölünen  iki kompartmanlı hukuk örgütlenmesini alenen lağvetmek üzere cesaret gösteren tek savcıydı. İddianamelerle sınırlı kalan bir mesleki faaliyeti aşarak gazete makaleleri ve kontrgerilla raporuna kadar uzanan etkili bir hazırlığının olduğu da dışardan fark edilebiliyordu. Onun cüretinin büyüklüğü Türkiye’de resmî hukuk ve adalet dünyasını aşıp ‘gizli güçler’e kadar uzanan bir açık ve ilan edilmiş mücadelenin içine girmesiydi. Böylece köklü ve yargıda pek sorgulanmayan bir geleneği karşısına almış oldu. Keskin ve ısrarlı, iddialı ve heyecanlı bir mücadeleydi onunkisi.

Doğan Öz hukuk ve yargıyı yasal, gerçek ve adil yerine iade etmeye girişirken Türkiye’nin ana politik karargahının gazabına uğradı. Sezen Öz ise Doğan Öz’ün mücadelesini ve onun ısrar ve heyecanını Türkiye on yıllar boyunca değişirken hiç değişmeyen bir sabır ve ve sükunetle sürdürerek devralmayı başardı. 43 yıl boyunca süren bir adalet mücadelesi sürecini ve hayattan alınanın bedenini ve ruhunu mahkeme salonlarından meydanlara kadar uzanan bir dünyada yaşayarak ve yaşatarak devam ettirmek ancak sabır ve sükunetle gerçekleştirilebilirdi. Sezen Öz 1970’lerin keskin savaşını 1980’lerden 2021’lere kadar uzanan hayli uzun ve sebat gerektiren bir mücadeleye dönüştürdü. Bunu ancak bir kadın yapabilirdi. Sezen Öz yaptı.

Zaten buradaki adalet talebi gerçekte bir kadının hareketidir.  Fark edilmeyen şey aslında Türkiye’de özellikle cinayetlere karşı adalet hareketinin aynı zamanda bir cinsiyetinin olduğudur. Sezen Öz’ün hikayesi, şimdi göstermeye çalışacağım gibi, bunu daha da açığa çıkaracak önemdedir.

Kadının yeniden doğuşu

Siyasi cinayetlere konu olan birçok aydının eşi gibi Sezen Öz de Doğan Öz’ün öldürülmesinin ardından  görünür hale gelmiş ve herkesin takip edebileceği bir ‘siyaset meydanı’na çıkmıştır. Rakel Dink, Türkan Elçi gibi isimleri anabiliriz hemen burada. Kuşkusuz çok sınırlı sayıdaki kadın aydın cinayetleri bir kenara bırakılırsa siyasi cinayetlerde adalet aramak bir ‘kadın deneyimi’dir. Öncelikle bunu kabul etmek gerekir: Erkekler öldürülür ve kadınlar o boşlukta bütün bir dünyayla başa çıkmak gibi bir ‘misyon’u taşımaya başlar. O güne kadar ‘ev’ ve daha sınırlı bir sosyal ve siyasal çevrede olağan hayatını yaşayan kadınlar birdenbire hiç tanımadığı bir dünyanın içine girer, tanıdıkları aşan bir kamusal ilişkinin taşıyıcı gücü haline gelirler… İşte Türkiye’de ‘kadın eli’ tam orada: cinayetler, devletin kapanan kapıları ve bitmek bilmez adalet arayışları…

Onlar artık ‘kutsanmış kadınlar’dır bir yönüyle ve evet Türkiye toplumunun adalet arayan kamusal yüzüne dönüşürler… Sezen Öz, on yıllar boyunca hep kaçmaya çalıştığımız, ertelediğimiz bir adalet çığlığının içinden konuşan o kadınlardan birisidir.

Bir cenazeyi 43 yıldır taşımak

 

 

 

 

Sezen Öz suikastle öldürülen eşi Doğan Öz’ün sadece ‘ruh’unu değil bedenini de adalet yerini bulduğunda bir gün huzurla gömmek üzere hep yanında taşıdı. Çünkü adaleti sağlanmamış bir cinayetin çığlığı hep yeniden duyurulmak zorundadır, mezar her gün yeniden açılır, dün anlatılanlar bugün yeniden ve başka bir vurguyla, başka bir duyguyla bir kez daha anlatılır ve  geride kalanların bütün o sözleri daha ilk cenaze anında tutuklu kalır. 

O cenaze ki sıkılmış yumrukların ve yemin etmişlerin önünde başlanmıştı törene, sonra 12 eylül o adalet çığlıklarını birer birer ve hem de tıpkı Doğan Öz gibi fiziksel olarak ya imha etti ya da sadece uzak yerlerde sürgünün anıları olarak yaşanmasına müsaade etti. Geriye kendi başına kalakalmıştı adalet ahdıyla Sezen Öz.

Eş dostlar eksik olmadı. Etrafında kalan üç beş vefalı insan ve avukatla devam ediyordu yoluna. Ama 12 Eylül’ün iktidar merkezleri onun da adalet çığlığını çok bariz ve ilan edilmiş bir ikiyüzlülük ve utanmazlıkla kesmeyi bildi. Hem de çok alaycı bir kararla: suçlu olanın suçsuzluğuna karar verecek denli açık sözlü bir müdahaleyle Sezen Öz’e dönüp meselenin devletin ve devletin çekirdek kuvvetlerinin iç meselesi olduğunu, kendisinin aradan çekilip sadece bir iç çekişle hayatını devam ettirmesine müsaade ettiğini söylemiş oluyordu.

Sezen Öz, devlet karargahının yüzüne çarptığı askeri Yargıtay kararıyla bir kez daha kendi içine dönüyordu. İlk gençliğinin ve Doğan Öz’le yaşadığı kısa hayatının pastoral ve epik dünyası ve onun heyecan, merak ve umutla örülen ethosu yerini demirden ve çelikten bir dünyanın griliğine bırakmış, o an elinde kalan ve eylül rüzgarlarının henüz almadığı/alamadığı çocuklarını kendi serüvenlerine salarak kurtarması gerektiğini düşündü. İlk çocuğu Yüce Turan’ı bir yolunu bularak yurt dışına yolladı. Eşini yutmakla kalmayan ve her kıpırdanışı kendine isyan sayan 12 Eylül’ün işaretlerini görmüş ve daha fazlasını kaybetmemesi gerektiğini düşünmüştü.

İlk çocuğunu eşinin cenazesinden uzaklaştırmakla kendisi için yas ve adalet arayışı sürecini kolaylaştırmış oluyordu böylece. Kendi yalnızlığı karşılığında kuşkusuz. Dünyanın kendi ailesine ve çevresine canavarlığını içsel bir yolculuğa çıkarak sessize almayı ve o suskunluğun ortasına resim sanatını yerleştirerek doldurmayı tercih eden ikinci çocuğu Hakan nedeniyle kaygılanması için henüz erkendi ve o henüz küçük sayılırdı. En küçük çocuğu Bengi Heval ise annesinin sonbaharında yaşadı kendi baharını. Fakat bu bağ her ikisine de çok özel ve ortak bir serüven açtı. Bu ortak serüven zaman içinde Doğan Öz’ün cenazesini ve adalet ahdını birlikte sırtlanmalarını ve kendilerine has uzun ince bir adalet yolu tutturmalarını da sağladı….

Adaletin yası tutulur…

Sezen Öz öyle çok ve büyük badirelerin üzerinden bir kadın bakış açısıyla geçti ki bir yandan kararlılık ile müzakereyi, diğer yandan ısrar ile esnekliği bir araya getirdi ve adalet çığlığını her yerden ve her mahfilden duyulabilir bir sese dönüştürdü. Sabit, kendini tekrar eden, donmuş bir dünyanın içinde kalmadı. Adalet isteğinde ısrarlıydı. Böylece davasını hayata taşıdı. Davası ile hayatın dönüşümleri arasındaki bağı her dönemde yeniden kurdu. Aydınlık hareketinin içinde de oldu CHP ile de çalıştı. Fakat yeri geldi devlet parmağıyla öldürüldüğü şüphesi olan MHP’liler ve geride kalan aileleriyle bir araya gelmeyi sorun olarak görmedi. Adalet mücadelesinin kaçınılmaz bir gerekliliği olduğunu söyleyerek Türkiye’de bağımsız ve kendini yaratan bir adalet hareketinin yol izlerini de oluşturdu. Yeri geldi 2010’larda devlet içindeki hizip kavgalarından bazı gerçeklerin ortaya çıkması için CHP merkezli politik tutumdan uzaklaştı. Böylece Sezen Öz, Doğan Öz’ün tek ve bütüncül hukuka dayanan iddia ve taleplerini somut bir hareket olarak da geliştirmeyi bildi. Yurttaş temelli bir hukuk Doğan Öz ve Sezen Öz’ün ortak dünyasıydı. Fakat Sezen Öz, Doğan Öz’ün bıraktığı kontgerillasız bir hukuk tarifini pozitif bir pratiğe de taşıyarak eşinin misyonunu somut bir yaşam biçimi haline getirdi… İşte bu gerçek onu Türkiye’de bir adalet hareketinin temsil edici isimlerinden birisine dönüştürmüş oldu.

Kavgaların ortasında masum bir çocuk yüzü

Bu uzun ve 40 yılı aşan adalet mücadelesi önemli bir politik serüven olarak da yaşandı. Yaşanmak zorundaydı. Bir defa 1978’den 2021’ye kadar gelen toplumsal ve tarihsel değişim adalet mücadelesinde bazı yol ayrımlarını da beraberinde getiriyordu.

Öncelikle Doğan Öz misyonu açısından iki yol belirginleşiyordu. Birincisi ideolojik bir adalet takibi yürütmekti. Burada ulusalcılık ve Atatürkçülük belirgin bir politik tutum olarak ortaya çıkıyordu. İkinci yol ise Doğan Öz’ü bir ideoloji izleği olarak değil bir adalet misyonu olarak takip etmek. Sezen öz ikincisini takip etti. Bu durum ise kaçınılmaz olarak Sezen Öz’e -Doğan Öz’ün mirası nezdinde- diğer miras iddialarıyla yüzleşmek zahmeti de yükledi. Bu kuşkusuz ona ağır gelmiştir… Fakat bütün uzun ve neredeyse bir ömür süren adalet mücadelelerindeki kaçınılmaz hesaplaşmalarda rastlanılır bu türden gerilimlere…

Uzun mücadelelerin sadece dostları ve düşmanları yoktur. Aynı zamanda dostlar ve düşmanların sürekli değişen doğası da başa çıkılması gereken bir mesele olmuştur. Sezen Öz işte bu uzun yolda büyük gürültüler ve büyük kavgaları bir çocuk masumiyetiyle aşmayı başarabilmiştir. O öleni severek değil yaşayanları dönüştürerek, onurlandırarak yürütmeyi tercih etmiştir adalet mücadelesini…

Belki bu bahisle ilgili olarak geçmişteki diyaloglarımızdan birisini sizlere hatırlatmam yerinde olabilir. Sezen Öz’e, bir sohbetimizde “Siz hangi taraftansınız? Solcu, sağcı, Atatürkçü, sosyalist, feminist?” diye sormuştum, önemli bir soru olduğunu zannederek. Cevap ise şuydu: “Eğer bu şekilde soruyorsanız ben hiç kimseyim galiba…”

Evet. Gerçek ‘savaş’ların içinden çıkmış insanlar için pek az anlamı olan bir sorudur bu gerçekten de. Ve sizi ‘hiçlik’le karşılayarak şaşırtırlar. Çünkü felsefe veya dünya görüşünde vereceğiniz hiçbir cevabın somut hayatımız içindeki karşılıkları tatmin etmez. Çünkü somut ve eyleme dayalı adalet arayışında olanlar bu soruya cevabı hep hayatın içinden verir. Sezen Öz’ün ezberlenmiş bir söylem, sıradan bir jargona dayanan bir rutin siyaset ve ideoloji oyununda yeri yoktur ve onu kendisi nezdinde ‘hiçler.’ O her gün kalktığında aynı heyecanla doğruyu yeniden arar. Sürekli değişen dünyanın içinde sorularını yeniler, cevapları bir kez daha gerçek hayatın içine dahil etmek için gayret eder.

Belki de bütün o kaskatı Doğan Öz sahiplenmeleri karşısında yaşamı ve yaşayanları sevmeye dair kendine has bir dille yolunu bulmasının sebebi de buradadır.

Sezen Öz, 43 yıl önce Türkiye’de yeniden doğan kadınlardan birisi. Tıpkı Rakel Dink gibi. Tıpkı Türkan Elçi gibi. 83 yaşına kadar olağanüstü bir enerjiyle adalet mücadelesini sürdürmeyi bildi. Ama belki daha önemlisi hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden soru sormaya, cevaplar bulmaya her gün yeni bir heyecanla devam ediyor. Bizi de çağırdığı o adalet serüveni bahçesinde uzun sohbetlerimizi yakında kitap olarak yayınlayabiliriz umarım.

Son söz şu olsun: Doğan Öz’ü artık böyle de analım… Hayattakilerle ve hayatın içinde… Kadınlarla ve kadınların öfkesi, ısrarı ve sabrıyla… Toplumsal ve demokratik bir hatırlamanın yeni yollarını bulalım…

Hürmetle…

DİKEN

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums