2023 seçimleri üzerine “muhalefet niye kaybetti, nasıl kazanabilirdi” sorusu üzerine yapılan çalışmalar, yorumlar ve tartışmalarda çok ciddi hatalar yapılıyor.
Parti içi iktidar oyunları, kişisel ihtiraslar, yazılı ve görsel basın ve sosyal medyada reyting ya da yöntemsel hatalı okumalar nedeniyle yapılan bu hatalar, siyasi partiler, gazeteciler ve akademisyenler tarafından yapılıyor.
Bu hataları yapmak, “amaca ulaşmak için araç kullanmak” temelinde yapılmış bir tercih olabilir ve bu anlamda hatayı yapanları bağlar.
Fakat, yapılan hataların etkilerinin ve maliyetinin çok yüksek olmaya başlaması bu hatalara karşı net bir konum almayı da gerekli kılar.
Bugün tam da bu noktaya gelmiş durumdayız.
Niye?
Yapılan hataların etkisi ve maliyeti;
Birincisi, 2019 yerel seçimlerinden farklı olarak muhalefetin, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere önemli ve kilit kentleri kaybetmesi, dolayısıyla 2024 yerel seçimlerini kaybetmesi sonucunu yaratabilir.
İkincisi ve daha önemlisi, 29 Ekim 2023 günü, “Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutluyoruz” derken, Cumhuriyet modernleşmesinin sona ermesi ve ikinci yüzyılın, farklı bir Türkiye’nin başlama günü olabilir. Siyasi, ekonomik, kültürel, sınıfsal ve Atatürk’e verilen değer anlamında, farklı ve yeni bir Türkiye başlayabilir.
Üçüncüsü, “muhalefetsiz Türkiye” olgusu ve algısı ve yönetim alanının iktidara tümüyle bırakılması süreci toplumun geniş kesimleri içinde muhalefete oy verenler dahil giderek güçlenir.
Dördüncüsü, bu üç sonucun genel sonucu olarak, AK Partinin ve Cumhur İttifakı çok daha güçlü derecede, “Erdoğanlı Türkiye” olgu/algısı yurt içinde ve yurt dışında pekişmiş ve sadece “hükümet” değil, “devlet, ülke ve iktidar” tanımı düzeyinde de temel referans olur.
Peki, “2023 seçimlerini muhalefet niye kaybetti? Nasıl kazanabilirdi?” sorularına verilen yanıtların içerdiği ve yüksek etki ve maliyeti taşıyan ciddi hatalar nelerdir?
En az üç tane ciddi hatanın, muhalefet alanında yapıldığını düşünüyorum:
Birincisi, 2023 seçimlerinin “muhalefetin çok rahatlıkla kazabileceği seçimler” olduğu yorumu, ki çoğu yorum ve tartışma bu ön kabul ile başlıyor.
Bu hatayı ilk önce ve uyarılarımıza rağmen, seçim öncesi dönemde başta CHP ve Altılı Masa yaptı. Seçimlerin kesin kazanılacağı inancı içinde, ne “ikinci tur için strateji geliştirildi”, ne de seçimlere “tutarlı ve net bir tavır” ile yaklaşıldı. Sanki seçim kazanılmış gibi, seçim sonrası yönetim alanı ve kimin hangi koltuğu alacağı ile ilgili garip bir tutum benimsendi.
Seçim kazanmanın “aritmetiği, stratejisi, sosyolojik okuması” tümüyle unutuldu.
Halbuki, 2017 Referandumu, 2018 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimleri sonuçlarının ülke genelinde doğru okunması, 2023 seçimlerini kazanmanın hiç de kolay olmadığını gösteriyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarın lehine olana aritmetiğin nasıl muhalefetin lehine değişeceği sorusu yanıtsız kaldı.
Doğru, başta ekonomik kriz ve 6 Şubat depremleri, demokrasi, hukuk, eğitim ve dış politikada yapılan hatalar, “Türkiye’nin değişimi ve demokrasinin güçlenmesi gerekliliğini” ortaya çıkartıyordu ama bu gerekliliğin nasıl muhalefetin oy oranı temelinde seçim kazanma aritmetiğine dönüşeceği sorusu yanıtsız kalıyordu.
100 yılını kutladığımız CHP’de, partiye oy verenler arasında bile, Kılıçdaroğlu’na güven çok az ve Kılıçdaroğlulu bir CHP’nin giderek kendi seçmeni içinde bile olumsuz algısı her geçen gün giderek yükseliyor.
İkincisi, sadece Kemal Kılıçdaroğlu ismine ve adaylığına odaklanmış seçimleri ve seçim sonrası dönemi okuma hatası. Tümüyle, “Kılıçdaroğlu aday olduğu için seçim kaybedildi, başkası olsa kazanılırdı” ve şimdi de “Kılıçdaroğlu giderse ve lider değişirse her şeyin çok rahatlıkla muhalefet lehine değişir” odaklı ön kabuller…
Bu saptamaların doğruluk payı tabi ki var.
Kılıçdaroğlu yanlış seçim olabilir; dahası, seçim sonrası istifa etmesi ve CHP liderliği koltuğunu bırakması gerekiyordu, hâlâ da bir gereklilik olarak duruyor.
100 yılını kutladığımız CHP’de, partiye oy verenler arasında bile, Kılıçdaroğlu’na güven çok az ve Kılıçdaroğlulu bir CHP’nin giderek kendi seçmeni içinde bile olumsuz algısı her geçen gün giderek yükseliyor.
Bu saptamalar, altını çizerek vurgulayalım, Kılıçdaroğlu yerine başkası aday olsaydı seçim kazanılırdı sonucunu çıkartmıyor.
Lider ve liderlik çok önemli, hele “Erdoğanlı Türkiye” gerçeği içinde çok daha kritik hâle geliyor, ama bu, Kılıçdaroğlu değil de başka aday olsaydı seçim kazanılırdı sonucuna bizi getirmiyor.
CHP’de liderliğin değişimi gerekli ama yeterli değil.
Aritmetik-sosyolojik-stratejik doğru okuma olmadan sadece lider değişimi, yerel seçimlerin kazanılması ve Cumhuriyet Türkiye’si öyküsünün bitiminin engellenmesi sonucunu doğurmayabilir.
Üçüncüsü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim kazanma gücü, kapasitesi ve kabiliyetini hafife alma.
Ya da Kılıçdaroğlu adaylığını ve seçim sonuçlarını “komplo teorileri ve liderliğe indirgenmiş hatalı yöntemlerle” okumak.
Tüm devlet kaynaklarını kullanabilen, her türlü aracı amaç için uygulamaya sokan, doğru stratejilerle seçimlere yaklaşan, kendi kitlesi üzerinde kontrolü çok yüksek olan, yurtdışı liderlik algısı güçlü olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sadece seçim öncesi değil, seçim sonrası dönemde de aritmetik, sosyoloji, strateji ekseninde yaptığı kritik hamlelerini görmemek, muhalefetin sadece seçimleri kaybetmesi değil, seçim sonrası dağılması ve savrulması sonucunu da yarattı.
Seçim akşamı hedefinin 2024 yerel seçimleri olduğunu açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gücünü ve kabiliyetini, başta CHP olmak üzere muhalefet hâlâ hafife alınıyor.
Peki, muhalefet nasıl 2024 yerel seçimlerinde başarı elde edebilir, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına etkili girebilir, bu mümkün mü?
Mümkün tabii; ilk önce bu hatalı okumadan ve yaklaşımdan vazgeçerek, kendine oy veren 48%’e odaklanarak, bu kesimin seçim sonrası psikolojisini ve algısını değiştirme çabasına girerek ve bu aritmetik rakamı yükseltmek için doğru sosyolojik ve stratejik kararlar alarak.
Peki, muhalefet nasıl 2024 yerel seçimlerinde başarı elde edebilir? İlk önce bu hatalı okumadan ve yaklaşımdan vazgeçerek, kendine oy veren 48%’e odaklanarak, bu kesimin seçim sonrası psikolojisini ve algısını değiştirme çabasına girerek bunu yapmak mümkün.
Sadece kutuplaşmaya odaklı değil, “eşitsizlik ve güvencesizlik” ekseninde “sınıfsal analiz” yaparak ve emekçilere, çalışanlara, öğrencilere, emeklilere ve farklı kimlikler içinde değişim ve demokrasi isteyen orta sınıflara odaklanarak.
2024 yerel seçimlerini kazanmamın önemini kavrayarak ve ittifak siyasetini bitirip farklı adaylarla seçime girme hatasını yapmayarak.
Değişim ve dönüşüm için başta “küresel kent” İstanbul olmak üzere dinamik ve “kilit kentler”i yönetmenin kritik önemini kavrayarak ve bu kentleri seçimlerde kazanmak için doğru stratejiler geliştirerek.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılının “Kentli ve Kentlerin Türkiyesi” sosyolojisi ve gerçekliği içinde yaşanacağını ve bu gerçeğin sınıfsal yapısının emekçiler kadar orta sınıfların da önemini arttırdığını görerek.
Bu listeyi tartışmaya devam edeceğiz, ama bu tartışmayı yapmak için önce hatalardan vazgeçmemiz ve hataların maliyetinin çok yüksek olduğunu anlamamız gerekiyor.
politikyol
Editör:
N. Cingirt
Yorum Yap