- 5.08.2019 00:00
Bir merhaba demişliğim bile yoktu. Yüzünü sadece gazete fotoğraflarından, kitaplardan tanırdım. Bugün sana geldim, yarın onu uğurlamaya Bebek’e
gideceğim.
Söylediklerinin kıymet-i harbiyesi yok. Sevginin sıcaklığı sesinde, bir de
bana telaşlı ellerinde şavkıyor.Ofisindeki adamın biri ve kadının teki
–tanışlarımız- küçük ve fukara bir alemdeler.Sözler havada kırkbeşlik
plağın otuzüçlükte çalınışı gibi uçuşuyor.Dinler gibi yapıyorum.Adam
ziyadesiyle kibar.Ama o geçkin bayanla birlikte bizim Parisli göçmen pek
umurlarında değil.Ne yazar! Pahalı,deri bir kabandır şıklık.Ve nezaket
iyi kesim birelbise.Kadının vücudu düzgün.Senin ellerin düzgün olmasın.Kadın kendi çıplak bedenin hiç okşamamış.Ayıp sayıyor.Sen okşa.
Pencerenden iskele görünüyor. Dışarıda yolunu şaşırmış güneşli bir aralık.Kalkıp gitsem,en güzel yanım burada –İngilizce kitaptan seçilmiş boyalı
biyoloji şekillerinin arasında-kaybolacak.İnadına oturuyorum.Yarın
yosun kokusunu,vedanın yosun kokusuna sinecek hüznünü
- ki kafura kokar-seninle göğüslemek isterdim.Ama sen adamla kadının
sıradanlığını kendine siper etmiştin.Şikayetsiz can çekişmekte olan
kuğunun resmini yapabilir misin,diye sormadım.
Ofisine, paranın soğukluğu sinmiş ,o beton binanın kasvetli merdivenlerini sırtlayarak gelmiştim.Oysa Fransız yazarın (Roger Garody)– yoldaşımızdı-
avuçlarında intihar teriyle dört taş basamağı bitirip iki kanatlı büyük
kapısına ulaştığı ev nefis bir konaktı.Yatak çarşafları kır çiçekleri
kokuyordu,deterjan değil.Ve renklerin yemişleri yalnız bir yemişin
delirten lezzetine belenmişti.
SÖ (sevdadan önce) bindokuzyüzbilmemkaç. Cumartesi. Kuzeyde bir
şehirde hıncahınç dolu bir konser salonundayım. Renkli şekiller fotokopide canlılığını kaybedermiş, umurumda değil. Uzun boylu siyahlar giymiş bir
adam, bizim Mikis, hiç bilmediğim bir dilde, kavga eder gibi, sohbet eder
gibi, benimle konuşur gibi, her sedasını kalbimle avuçladığım şarkılar
söylüyor.Seni sesten ve gümüşten yeniden yaratıp yanı başıma oturtuyorumİçim içime sığmıyor.Şarkıların sesleri bana hep ezbere bildiğim mısralar –
“sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?- “ Kafkasyalı-gümüş
yüzüğün ve uçlarında hazlarım, bozgunlarım, çıldırmalarımın sarmalandığı parmakların olarak geliyor.
O gece ben Teodorakis’i dinledim heyy! Dino’nun gelincik kırmızısı heyy.
Tuvallerindeki bitmez tükenmez ELLER’iyle. –Kübalı Nikolas’ınki mesela-bir de benim bu fukara dilimin çarmıhında. Bir yanım uçurumdu
marmaranın mavi sularına uzanır.Aşiyan mezarlığında Şoför İdris,yaşlı
sesiyle enternasyonal söylüyor.Peki kadın, siz benim yoldaşım
olur muydunuz?
Hiçbir şehrin adı aklımda değil. Ama seninle kaç kere Kafkasya’ya gittim.Hani yarların ve çağlayanların buz tuttuğu o dağ otelinde adını dün gazetede okuduğum kavruk suratlı Teksas’lıdan blues dinlemiştik.Ne güzel
içimize işlemişti.
Ayrıca
Bir de
Üstelik ben seninle göçmenliğimden tanıdığım şehirlere gittim. En çok ta
Moskova’ya,Prag’a,Kopenhag’a,Paris’e.Prag sana yakışıyordu.Sonrada buralarda –adı lazım değil- bir şehre.Bir kere de hiç yaşanmamış,sabahını hatırlamayan güzel bir geceye.Kaç bir kere de salonundaki koltuğa.
Sevda çıplak etimde soluğumun ürpertisi olarak estiğinde ben, gövdemin
duvarlarına çarpa çarpa sevişirim.Abidin kuğunun boynunu parçalanmış
resmediyor.Halbuki en çok da onun anlaması gerekirdi.Kuğunun boynun-da memelerini ve dişiliğini öpüyorum.Senin hiç gitmediğin bir şehrin,
herhangi bir mekanın her hangi bir gecesinde,yahut dinlenmiş, gerinen bir sabahın bilmediğin bir saatinde kuğu ölüme direniyor.
Ağzın, beyaz gergin dişlerindir.
*Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız,Hasan Gürkan, Gece Kitaplığı, Birinci basım
Yorum Yap