ONSEKİZİME BASIYORUM *

  • 5.02.2015 00:00

 *Bu yazıyı küçük oğlum Barış 1995 yılında 18’ine bastığında yazmıştım.

77 1 Mayıs’ı yaklaşırken ben dünyaya geleceğim günü bekliyordum.Fikrimi soran olmamıştı,bir oldubittiyle, acısı sevincine baskın, milyonlarca bebeden biri oluyordum.Şimdi üzerimdeki “koruma” ve yasaklar kalkıyor; yıllardır iple çektiğim onsekizime basıyorum!

Hilton,Sheraton,İntercontinantal gibi  beş yıldızlıotelleri,tinercileri,kiliseleri,meyhaneleri,ucuz orospuları,simitçileri,işsizlerin pineklediği parkları,gece gündüz hiç bitmeyen telaşı  ile taksim meydanı şehrin göbeğinde yeni ve farklı bir günü yaşıyor.

Annemin karnı burnunda.Güneşin daha sabahtan sırtınızı ısıttığı,içinizde sebepsiz sevinçlerin çiçeklendiği bir bahar günü.Yüz binlerce insan;bayramlık giysileri,bayrakları,türküleri,pankartları ve umutlarıyla geldiler.Koca alan hani iğne atsan yere düşmez derler ya işte öyle,hınca hınç dolu.Annem tabi bu arada ben,diğer hamile kadınlarla birlikte bir kamyonun üzerindeyiz.Babam aşağılarda bir yerde,elinde megafon koşturup duruyor.Halam,dedem, babaannem,abim,anlayacağınız bütün aile buradayız

Öfkeyi ve inancı dillendiren nutuklar,halaylar,sloganlar ve kızıl bayraklarla Taksim alışık olmadığı bir özgürlük sarhoşluğu yaşıyor.Mitolojiden çıkıp gelmiş çok başlı devasa bir yaratık gibi soluk alıp veriyor.Saatler ilerledikçe sabahın coşkusu yerini huzurlu bir yorgunluğa bırakıyor.Miting bitmek üzere.

Birden ortalık karıştı.Ben ne olduğunu anlayamadım.Babam: “Alanının üç yerinden aynı anda ateş açıldı.İntercontinantal Oteli’nin pencerelerinden,Sular İdaresi’nin üzerinden,Kazancı Yokuşu tarafından.” diyor.” Önce panik yaratmak için manevra mermisi atılıyor sandım.Fakat insanların gözümün önünde vurulup yere düştüğünü görünce işin vahametini anladım.” Hemen ardından göz yaşartıcı bombalar,panzerler,coplar ve kurşunlarla polis saldırısı.Halk birbirini çiğneyerek bu cehennemden kurtulmaya çalışıyor.Akşam olduğunda geriye asker ve polisin zaptettiği Taksim alanı,otuz sekiz ölü,yüzlerce yaralı ve tutukluyla boğazlarımıza bir kıl yumağı  olarak oturan acı ve öfke kalıyor.

“  Aradan buna yıl geçti” diyor babam  “Pek çok arkadaş ölümü yaşadım.Ama o gün katledilen insanların acısını,kolum omzumdan koparılmış gibi kanlı ve karanlık bir boşluk olarak hala içimde hissediyorum.”

10 Mayıs.Doğum gecikti.Doktorlar beni sezaryenle almayı düşünüyorlar.Kim bilir,belki katliamdan gözüm korkmuştu da, yetişkinlerin bu kanlı dünyasına gelmek istemiyordum.

Neyse fazla üstelemiyorum.İlk çığlığım Zeynep Kamil Hastanesi’nin kirli duvarlarında yankılanıyor.Hemşireler geleneğe uyarak kolbağıma “Kamil”  yazıyorlar.Oysa annem babam  “Barış” olmamı istiyor.Ses çıkarmıyorum,Barış oluyorum.

Merhaba dünya! Merhaba hayat!

Aranıza “normal” bir ailenin çocuğu olarak katıldığım söylenemez.Babam parti çalışmalarını aksatmamak için işini bırakmıştı.Eve çok az –o da geceleri – uğruyor.Anacığım bir yandan okula (işine ) koşturuyor,bir yandan parti,kadın derneği ve sendika çalışmalarına.Bir de benim bakım derdim var. Bugün aramızda bir anlaşmazlık çıksa abim: “Ben daha altı yaşındayken senin boklu bezlerini değiştirdim.” diye başıma kakar.

Kurtuluş’ta oturuyoruz ve annemin aylığından başka gelirimiz yok.İstanbul cangılında ekmek  aslanın ağzında.Tek maaşla ev geçindirmek kolay değil.

1980 Eylülü.Üç yaşındayım.Doymak bilmez bir iştahla yürümenin,konuşmanın tadını çıkarırken askeri faşist darbe oluyor.Asık suratlı beş general bir kabus gibi hayatımızın üzerine çullanıyor.Korku,yağlı vıcık vıcık bir çamur olup üstümüze başımıza bulaşıyor.Sabaha karşı basılan evler,kan uykularından koparılıp götürülen insanlar, “kaçarken” vurulanlar,işkence. Ailemiz için adsızlık,adressizlik ve parasızlıkla dolu yer altı günleri. Ne zaman ve nasıl kalkacağını kimsenin bilmediği zifiri bir karanlıkta yaşıyoruz.

Beni Kütahya’ya dedemlerin yanına gönderdiler.Anaokuluna burada başladım.Beslenme çantama ninemin koyduğu meyveyi her sabah kasabın oğlu Ahmet’e veriyorum.O da beni dövmüyor.Bir süre sonra –sebebini bilmiyorum- İstanbul’a geri gönderiliyorum.Annem: “Polis kokuyu almış”  diyor.Ne demekse?

Beni Fatih’teki evimizin hemen yanı başındaki okula değil de,sabahın köründe kalkılıp banliyö trenleri,dolmuşlar,amcalar,teyzeler değiştirilerek gidilen,cehennemin dibinde çamurlu bir gecekondu  okuluna yolluyorlar.Siyah önlüğüm,beyaz naylon yakalığım, çantam, boya kalemlerim,resimli kitaplarım hepsi iyi de öğretmenim adımı bilmiyor.Bana Barış değil,Ahmet diyor.

Babam eskiden doğru dürüst eve uğramazdı,yüzünü seyrek görürdük.Şimdi ise hiç evden çıkmıyor.Ne iş yapıyor,nasıl para kazanıyor,niçin sık sık apar topar ev değiştiriyoruz,neden diğer çocuklar gibi sokağa çıkıp oynamama izin verilmiyor,anlamıyorum.

İnsan anasının babasının adını bilmez mi!Annem Aysel,babam Hasan.Şu büyükler bir garip oluyor.Evinde haftalarca kaldıkları arkadaşlarının adını bile öğrenemiyorlar.Babama kimi Hüseyin,kimi Mustafa diyor.

Bahçelievler’deki bu daireye yeni taşındık.Perdelerimiz uymadı,küçük geldi. Pencerelerde fakir çocukların pantolonları gibi duruyor.1982 kışı olmalı.İstanbul un  nemli soğuğu insanın iliklerine işliyor.Odunu kamyonla değil kiloyla alıyoruz.Islak oluyor,soba tıs tıs kendini bile zor ısıtıyor.Bir de patates.Günlerce patates yiyoruz.Sabaha haşlaması,öğleye kavurması,akşama kızartması.Bir de kılçıklı,küçük lanet balıklar.Balıkçıda nah bu kadar kocamanları var.Annemle çarşıya çıktığımda görüyorumOnlardan almıyor.Kaç kere söyledim,ben büyük balıkları severim diye.Ayrıca muz severim,köfte severim,kağıtlı şeker severim,dondurma severim.

Arada bir beni alıp adını söylemedikleri şehirlere götürüyorlar.Annem gezmeye gidiyoruz diyor.Gezmek lafın gelişi.Hep aynı şey:sokak yasak! Oyun yasak! Misafirlerle gevezelik yasak!

Canım çok sıkılıyor.Sabahları pencereden okula giden arkadaşları seyrediyorum.İçimden huysuzluk etmek,ağlamak geliyor.Annem kızar diye susuyorum.

Bir gün –bugün gibi hatırlıyorum-  evde elle tutulur bir gerginlik vardı.Televizyondaki çocuk saatini bile seyrettirmediler.Annem üzgün,babam olur olmaz şeylere parlıyor.Ertesi sabah onu elinde valiziyle gördüm.Hepimize birer birer sarıldı,öptü,bir şey söylemeden çekip gitti.Haftalarca haber alamadık.Neredeydi,ne yapıyordu,ne zaman dönecekti? Sormaya dilim varmıyordu ama dönecek miydi?

Gene bir gün – gene bu gün gibi hatırlıyorum- annem: “Babana gidiyoruz.” dedi. Sirkeci Garından trene bindik.Annem ısrarla uyumamı istiyor.Ama benim hiç uykum yok ki!Amcalar gelir bir şeyler sorarlarsa hiç cevap vermeyecekmişim.Uzunca bir süre sonra tren durdu.Vakit geç olmuştu.Burası geçtiğimiz istasyonlara benzemiyor.Dikenli teller, sürüyle elleri silahlı asker var.Amcalar geldi.Üç kişiydiler.Kısa boylu sarkık bıyıklı olanı annemin uzattığı deftere uzun uzun baktı.Her sayfasını karıştırdı.Altın dişleriyle sırıtarak bir şeyler sordu.Annem hep bana yalan söyleme der.Ama kendisi söylüyor.Babam  Almanya’da işçiymiş,izine gelmişiz,dönüyormuşuz.

Sabah trenden indik.Abim “İzmir’e geldik.” diyor.Sofya olduğunu çok sonra öğrendim.Gene sonradan adının Georgi Dimitrov olduğunu öğrendiğim alanda saatlerce bekledik.Annemin gelip bizi alacağını söylediği amca gelmedi.Taksiyle büyük bir eve gittik,parti oteliymiş.Amma da çok odası var!Konuşma yasağı kalktı,gevezelik serbest.Önüme gelene durmadan anlatıyorum.Ama ablalar,amcalar bir şey anlamıyor,başımı okşayıp aptal aptal sırıtıyorlar.Üzerinde durmuyorum,büyüklerin yeni bir tuhaflığı deyip geçiyorum.

Bize güzel bir oda verdiler.Televizyonu,gazozla dolu buzdolabı,banyosu var.Abim İhsan dedemden öğrenmiş, çok güzel kağıttan kayık yapar.Akşama kadar küvette oynuyorum.Kağıttan kayık yüzdürüyorum.Ablalar durmadan yemek,dondurma,çukulata getiriyor.İyi de babam,babam nerde?

Beş yaşındayım.Hayatımda ilk defa uçağa bineceğim.Berlin’e gidiyoruz.Berlin’de penceresinden çamur gibi akan nehrin göründüğü parti misafirhanesinde geçirdiğim  üç gün benim için gene konuşmamı anlamayan ablaların şefkati,bol köpüklü küvet sefaları ve patlayıncaya kadar yediğim pasta,dondurma ve çukulata demekti.

Bu defa bindiğimiz tren Sirkeci’dekinden daha güzel ve temizdi.Akşam karanlığı ile birlikte Kopenhag’a iniyoruz.Pasaport falan soran olmadı.Babamı bahçeli bir evin salonunda bizi bekler bulduk.Odanın içi çiçekler,hediyeler,türlü çeşitli meyveler,yiyeceklerle dolu.

Annem: “Bir daha hiç ayrılmayacağız .” diyor.

Belki bana öyle geldi ama babam bizimle kucaklaşırken ağlamanın eşiğindeydi.Çifte bayram yaptık,hem benim doğum günümü,hem ailemizin birleşmesini kutladık.Deliksiz uyudum.

Onsekizime ulaştığım için sevinçliyim.Artık “ adam” sayılıyorum.Türkiye’de akranlarımın bir sevgili bedeninin kokusunu bile içlerine çekmeden  idam edilmeleri,vurulmaları,hayata veda etmeleri sevincimi gölgeliyor.Babam: “ Ne kadar çok ve ne kadar derin seversen o kadar insanlaşırsın.” diyor.Kız arkadaşlarım olmadı değil.Ama ben ayaklarımın yerden kesildiği,aşktan öleceğimi sandığım büyük sevdalar yaşamak istiyorum.

Faelleddiget,Nisan 1995

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums