TEMAS

  • 7.02.2015 00:00

 Bir çay içimi

Bir uzak merhaba

Bir insan bir insana neresinden akar?

 

1.

O kocaman  şişman – üstelik çirkin – balığın gözleri yakamı bırakmıyor.Kitaplar ve içki şişeleriyle dolu salonda geceyi birlikte geçirdik.Dört yanım cam duvarlar,hiç içinden çıkamayacağım durgun,ölü sularla kaplıydı.Benim ürettiğim ama bana ulaşmayan konuşmalar, bana yalnızlık olarak dönen çoğalmalar,benim hep uzağıma düşen yalnızlıklar yorgunuydum.Işıklı sabahlar kuşatmıştı gövdemi,ağız acılığı,uykusuz manasızlıklar,baş ağrıları. Sebebi meçhulüm pişmanlıklar,sodalı bayat çaylar,vapurlar,kirlenmiş maviler kuşatmıştı.

Tam okunmamış öylesine bir yüz olarak bir yerlerimdeydin. Belli belirsiz, belki hiç yaşanmayacak, dokunmasan kaybolup gidecek bir yakınlık öncesi, zor hissedilir bir sıcaklık,belli belirsiz.

Uzun bir geceyi yürümüştüm. Beklemek, bildik bir umudu beklemektir.Hiç bir yerlerimden çıkıp gelmedin.Yalnızca hedefe çok yaklaştığımız yolların değil,belki hiç uğramayacağımız menzillerin işaretiydi.

Hem hangi yolun, nasıl bir yolun? Bulamayacağımı bildiğim hazların peşindeydim.

Yalnızca bir merhabalık

Yalnızca bir çay içimlik

yalnızca bir sohbetlik uzaklarımızda duruyorduk. Hayat ellemese  ikimiz de  başka bir sürü anlam yüklenmemiş yüzün arasında silinip gidecektik.Bir insan bir insana neresinden akar?Çok uzak bir merhabada,bir çay içiminde hangi yüzümüzü kullanırız. Karşımızdaki beğensin telaşındayken ne kadar kendimizizdir?

Sen kısacık yürünmüş taze bir cumartesiydin. Yokuş aşağı iki aile babasına toslamıştık. (-Hayır, akrabam değil sevgilim olur! )  Sonra o çiçeği burnunda cumartesi, akşama daha seneler varken iskeleden kalkan bir otobüsle bitti. Bedenimiz kendi hükmü için kımıldadığında hangi ödünç bedene sığınacağız?

2.

Yukarılarda masalar, tabaklar, kadehler, aşağılarda öyle bir akşam ve suretsiz kalabalıklar vardı. Dirseğini masaya dayamıştın, dirseğini masaya,dirseğini duru kadife suya.Mesafeler durduğumuz yerle ölçülür.Kelimeler habire solgun bir uzaklığı,giderek büyüyen canlı bir yakınlığa soyuyor. Itırlı bir çiçeği yaşıyorum,bir uçurum esmerliğini.Şu tahta iskemlenin üstünde otururken bile kendini kendine sunabilirmişsin. Sesinin rengi kızıla dönüşüyor, apışaranda dişiliğini değil,kendi etinden korkan kasaba kızlarının uyuşmuş utancını okşuyorsun .Sonra anlattığın yüzün geliyor yüzüne.Sonra o kapkara gülün benim avcumda gerindiğini hissediyorsun.

Eve mağlup döndün. İçinde sancılı bir boşluk büyüyordu. Duşun altında gövdenin neresine gitsen acıtan bir anıya dokunuyordun. Ah sular! Arıtmayan,ferahlatmayan sular,derinin altında yatan kuş cesedini söküp götüremiyor. Rimelleri akmış yüzün içindeki hüzne yabancı. Ellerine, boynuna,omuzlarına memelerine unutamadığın ter kokuları dolanıyor.Adını ölü kuşlarla yazıyorum.Hangi adım deme.Ne önemi var! “Sevginin hiç bitmeyen uzun kışıydı” adından bir sonraki adını.

Bir insan bir insana neresinden akar?

 

3.

Seni böyle bilmezdim, hiç bilmezdim. Dil uçurum tadında bir şiir oluyor ağzında. Kırmızı şarap soluyorsun.Dirseğin masaya dayalı.Ismarlama bir kuaför siyahı omuzlarına akıyor.Sözün tene,tenden önce ulaştığı bir şölenin başlangıcındayız.Dolayımlar,ertelemeler,saptırmalar,nezaketler,kibarlıklarla kuşatılmışız.

4.

Yüzük parmağınla sırça parmağın avcuna eğilmişti, dudaklarına bulaşmış işaret parmağınsa orta parmağına bitişik baş parmağının karşısında bir mim gösterisinde ama, oyuncuyla seyircinin bir birini tanımaları gerekmiyor: Parmakların ölgün başı,buruşuk gövdesiyle ürkmüş,kendine büzülmüş,kimselerin görmediği bir dağ mantarını okşuyor.Yavaş yavaş aşağı süzülüyor,sonra aynı dikkat ve hınzırlıkla yukarı çıkıyorsun.Senin için sonu başından belli,etkisi denenmiş bir oyun bu.Meze tabaklarına,kelimelere,gövdene dişi bir şiir yayılıyor.Üzerine adressiz sağnaklar boşanan bir şiir.

Neyi ıspatlamak derdindeydin? Dilinin çırılçıplaklığı kim bilir hangi giyinikliğin örtülü telaşıydı? Hayran olduğun Marguez’in neresindeydin? Gövdenin ürkekliğini kelimelerde yendiğinde, sana öğretilen hangi limana sığınacaktın ,merak ediyordum.

Tavanı duşlarla kaplı firari bir dairede arkana sığınmış bir adam, kendi çıplaklığından ve erkekliğinden utanıyor. Ben kasıklarımda alevlerin kıvrandığı bir cangıldayım. Güneş yüzleri bir örmek hamam böceklerinin arasından zar zor sızıyor.Karşımdaki  iskemlede ıslak yaban otları,ısırganlar,kırmızısı çıldırmış zakkumlar arasında üzerine oturduğun kapkara bir gül açıyor.Öyle birden içim ısınıverdiği için sahiplendiğim elini tutup kuytularına uzanıyorum.Yangınında teninin  solgun bitkiler/im canlanıyor.Toprağın altında kökleri,gövdeyi bir ahtapot gibi sarmış kökleri görüyorum.Gözleri akkor bir zenci çocuğun gür kıvırcık saçlarına koyuyorum elimi.Avcumda kapkara ıslak bir gül geriniyor.

 

6.

Belki kuru dereler, belki coşkun nehirler, belki serin subaşları, belki beyaz köpükleriyle peş peşe kıyıları döven dalgalardı. Belki dirseği masaya dayalı kolunda, daha çok da yaban bir arzuyu çoğaltan yüzünde alnımı dayadığım duru kadife sularındı. Hiç uğramadığım çağlayanların uğultusunu duyuyorum.Belki o firari dairenin duşları altında bir ürpertiyi emziriyordun.Cangılın bungun sıcağında yapış yapış  terlemiş gövdem, düş yelleriyle kamaşıyor.Dağ mantarının başı kaygan ışıltılı bir gerginliğe büyüyor.Ağzında dişlerine değdirmeden ıslattığın parmağından,hiç hesapta yokken mantarın özsuyuna , gövdenin toprağa sokulduğu yerde yatan ikiz kütleye,gülün zifiri karanlığına ulaşan ırmaklarım.Uğultuları yamaçlarımı tutan yer altı kaynaklarım.Hesaplı,soğuk gösterilerde kendine yol açan insan denizlerim.O ürkek mantar,ayaklanan gövdesi,canlanan başı,gövdemi saran kökleriyle kendisi oluyor.

Ellemeden, tutmadan, sarılmadan,kavramadan bir hayal oyununu sürdüren parmakların,susamış nehir yatakları çoktan senin coğrafyana ulaşmıştı.Suların değdiği her yerde sayısız kara güller fışkırıyor.Avuçlayamadığın,öpemediğin lezzetler sarmıştı ortalığı.Ter kokan edepsiz bir şiirdin ya, üzerine adressiz sağnaklar boşanan.Ellerini gövdenin sevdiğin yerlerine – üç yerlerine -  kavuşturduğun bir ayindeydin.Başlangıçla bitişin,ilkle sonun,gösteriyle hakikatin,yalnızlıkla çoğalmanın sınırları,bir temasla hemen onun çağırdığı başka bir temasın sınırları,baş döndüren bir hızla birbirine geçiyordu.Zincirlerinden boşanmış bir kısrak,kıyıları döven ama durmadan döven dalgaların köpükleriyle yarışıyor.Gövdeni temellerinden sarsan şefkatli bir açlığın girdabına savruluyorsun.Şimdi sularında yalazlanan kendi dişi şehvetinin esirisin.Islaklığın ey !

 Bereketli, arsız ıslaklığın!

 Güllerin karanlığında sokulgan bir karanfil gibi tomurcuklanan ıslaklığın!

7.

Fırtına dindi.Azgın dalgalar güllerin yumuşacık ağızlarını açıp çığlıklarla dağ mantarının üzerine kapaklandığı bir kıyıda sakinleşti.Parmaklarında büyüttüğün isyan, gülünün ağdalı karanlıklarına gömüldü.Şimdi ya küçük esmer memelerinin asi uçları,tavana doğru yükselen sigara dumanlarını seyrediyordur:yahut kendi bedeninden utanan bir adam,firari dairenin duşu altında,kalçalarını döndüğün, şehvetini okşuyordur.

temmuz’96

Beşiktaş, Fethiye, Alanya 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums