İlk gençliğim, ilk aşkım

  • 19.05.2015 00:00

 1963 yılı güzü. Sınıfta kaldım, öğretmen okulu birinci sınıfta ikinci senem. Liseye gitmek istiyordum. Tavşanlı’da lise yoktu. Babam Orman İşletmesindeki memuriyetinden, müdürün ukalalığına boyun eğmediği için istifa etmişti. Şahmelik köyünde, Tavşanlı’da tarlalarımız vardı, ama düzenli gelirimiz yoktu. Kütahya yahut Balıkesir Lisesine gidebilirdim. O zaman da yurtta kalmalıydım. Ve babamın yurt parasını ödeyecek durumu yoktu. İstemeden, devlet parasız yatılı imtihanına girdim. Bursa Işıklar Askeri Lisesi ileÖğretmen Okulu yazılısını kazandım.

Çok sevindim, subay olacaktım. Babamın yakın arkadaşlarından Sadık amca Ankara’da yüzbaşıydı. Babam Işıklar Lisesi haberini müjdelemiş. Hemen atlayıp Tavşanlı’ya geldi. Babama, oğlanı ömür boyu emir kulu mu yapacaksın, diye kızdı. Askeri lise umudum böylece kursağımda kaldı.

 

Mecburen Akşehir’e öğretmen okulu mülakatına gittim, kazandım. Hayatımın akışı değişti. Hayallerim suya düştü. Üç İlk Öğretmen okulundan birine vereceklerdi; Diyarbakır, Gümüşhane, Akşehir. Yetkililer çekilen kura sonucu Akşehir’e düştüğümü söylediler.  ”Batı” diye ailecek sevindik.

 

İlk yıl acemiliğimdi. Ranzalar, kalabalık yatakhane, ilk defa gördüğüm okul hamamı, toplu yemek, her şey bana yabancıydı; bir tek yer, okul kütüphanesi dışında. O güne kadar görmediğim zengin bir kitap deryasıyla, sayısız kitapla burun burunaydım. Daha önce gözümde büyüttüğüm babamın kitaplığı, kendi elcağzıyla, özenle ciltlediği Sabahattin Aliler, Ömer Seyfettinler, Nazım Hikmetler, Turgenyev, Tolstoylar burada oyuncak gibiydi.

 

Dersi, ödevi her şeyi bırakıp “şair” olmaya karar verdim. Şair olmak için öğretmen olmak gerekmiyordu. Baudelaire’i tanımıştım. Fransız bohemleri gibi yaşamalıydım. Şarapla sarhoş, cebinde şiir müsveddeleri, parasız ve dünyayı iplemeden. Öyle yaptım. Sınıfta kaldım. İsyankârdım. Etüt saatinde “Bırak roman okumayı da dersine çalış!” diyen dangalak edebiyat öğretmenleriyle çatışıyor, onları küçümsüyordum. Babam, o güzel insan, Salkım söğüt’ü’ ilk güzel sesinden dinlediğim insan ,”öğretmen olman iyi bir şair olmana engel değildir ki oğlum!” diye beni öğrenimime devam için iknaya çalışıyordu. İnandım. Okula döndüm.

 

Okulun ilk günüydü. Biz iki yıllıklar en arka sıralarda oturuyorduk. Sınıfa yeni gelen leyli meccani acemiler içinde tecrübeliydik, ’usta’ydık. Sınıfa gündüzlü dört kız vermişlerdi. Ürkek ama dikkatle baktım. En uzun boylu, kırılgan, konuşurken yanakları kızaranı gözüme kestirdim. A.Ç idi adı. Yanımdakine kararlı şekilde fısıldadım: ”Benim ki, şu orta ön sırada sağda oturan, uzun boylusu.” Baktı ,tamam dedi. A.’in hiçbir şeyden haberi yoktu, ama onun artık benim  ‘sevgilim’ olduğunu bütün birinci sınıf yatakhane sakini, dolayısıyla ikinci ve son sınıf yatakhane sahibi arkadaşlar, abiler biliyordu. Bunun manası; her hangi bir öğretmen okulu öğrencisi “yengesi” A.’e ‘yan’ bakarsa hır çıkardı. Bütün Kütahyalılar namusları için dövüşmeye hazırdı.

 

Okulda Duvar Gazetesi çıkartıyorduk. Muhalif bir yayındı. Kötü çıkan yemekleri, despot yönetimi ve öğretmenleri vb. eleştiriyorduk. Haftalıktı. Her pazartesi ilk yayın günü, dershane binasının girişindeki holde önünde ciddi okur kalabalığı oluşurdu. Ben duvar gazetesinin hem sorumlusu, hem yazarı, hem şairiydim. ’Sisli Gözler’ adıyla bir şiir köşem vardı. Her hafta orada A. için yazdığım -Ümit Yaşar Oğuzcan vari -aşk şiirlerini yayınlıyordum. Bu sebeple hem okulda hem de Akşehir öğrenci çevresinde “meşhur” oldum.

Kadir Manga; Nurhak’da Sinan Cemgil ve yoldaşlarıyla birlikte katledilen gerilla. Kadir Değirmencioğlu arkadaşım, dolayısıyla o da arkadaşımdı. Birlikte adını unuttuğum mahalli gazetede ‘edebi’(!) yazılar yazıyorduk.

 

Şimdi, şu an A.’e nasıl ilanı aşk ettiğimi hatırlamıyorum. Ama öğle tatillerinde koridora erkete koyup, sınıfın sol ön sırasında oturup sevda üzerine konuşurken, içim titreyerek, ”şimdi sarılıp öpeceğim, yemin ediyorum, üçe kadar sayıp öpeceğim” diye ürkekliğimi sıkıştırdığım, ama bir türlü eyleme geçemediğim günlerim dün gibi aklımda.

 

Sonra ben zorla, ite kaka, ikmalle falan “belge” almaktan kurtulup ikinci sınıfa geçtim. Artık A. benim bütün okulun-öğrencisi, öğretmeni, yönetimiyle bildiği, tanıdığı - sevgilimdi. Şiirler yazmaya devam ediyordum. Sınıf sırasında kitap arasına koyduğumuz aşk mektuplarıyla yazışıyorduk. Ders mers umurumda bile değildi. Şairdim, yazardım, âşıktım, popülerdim, meşhurdum. Gene sınıfta kaldım. Öğretmen Okulunda dördüncü yılımda ikinci sınıfta iki yıllıktım. Okula beraber başladığım arkadaşlarım mevzun olup öğretmen olmuşlar, Anadolu’nun bir köyünde öğretmenliğe başlamışlardı.

 

Mehmet bey,yeni tarih öğretmenimiz,o zaman bilmiyorduk ama Kürt kökenli olmalı,Türkçeyi aksanlı konuşuyordu.Sınıfta ben en arka sırada sağ köşede oturuyorum.Sevgilim A.en sol köşede camın yanında oturuyor, sık sık kesişiyoruz.Dersle alakam yok.Mehmet bey Fazıl Hüsnü’nün Mustafa Kemal  isimli şiirini okuyor: “Mustafa Kemal'i gördüm düşümde, Daha, diyordu./ Uğruna şehit olasım geldi hemen Sabaha, diyordu./ Al bir kalpak giymişti al, Al bir ata binmişti, al, Zafer ırak mı ? dedim, sabaha, diyordu.”
 

 Aniden bir ses geldi,arka sıralardan “bııııytt!” Öğretmen öfkeyle bana doğru koştu.Ve bir silleyi Osmani aşk etti suratıma.Erol’u ittirerek fırladım kaval kemiğine ayağımda devletin verdiği burnu çelikli Beykoz  ayakkabıyla bir tekme yerleştirdim,adam acıdan iki büklüm oldu.Sınıftan kaçtım.Sevgilimin olduğu mekanda tokat atmıştı bana.

 

O sene okula Mersin’den bir sürgün geldi. Abdülkadir Bulut. Hepimizden yaşça büyük.  İsyankâr, küfürbaz; Allah’ını sikim, diyor kızınca, biz ürpererek tövbe tövbe çekiyoruz. Şair, şiirleri Varlık Dergisi’nde’ yayınlanıyor. Sosyalizm lafını,olumlu anlamda, ilk defa ondan duyuyorum. Devrim, halk, proleter, sömürü, burjuva, küçük burjuva. Allahsızlık, en çok da Allahsızlık.

 

Hacı Hasanların sulbündenim. ”Yattım Allah kaldır beni/iman ile gönder beni…” gibi dualarla büyütülmüşüm. Kafam, iç dünyam allak bullak. Bir yandan da okulda ve çevredeki karizmamı çizdirmemek için, Abdülkadir’in anlattığı şaştığım her şey karşısında, onu önceden biliyormuş gibi davranıyorum.

 

Uykusuz bir gece yarısında, yatakhanedeki ranzamda kendime söyledim; sosyalistim! Ama şu Allah, onu inkâr etmeden, kızdırmadan sosyalist olamaz mıydım?

 

”Hadi siktir! “ dedi Abdülkadir “Biz materyalistiz oğlum!” Sustum anlamamış ama yenilmiştim. Sonra arkadaş olduk. Okulun benim gibi imtiyazlısıydı. Sigara ve dolap aramalarında ikimize de dokunmuyordu idare. Bir başka sürgün daha vardı okulumuzda. Hilmi Üstün, o da şair. O da ahbabımız oldu. Şiir vadisinde en fukaraları bendim. İlk gençliğimde onları gördüm, kalemimi şiire susturdum. Ama şiiri hep sevdim.

 

 Abdülkadir çok sonra parti yoldaşım oldu. İstanbul’da birlikte çalıştık. Silifke’den Mersin ağır cezaya, şiirleri nedeniyle yargılanmaya giderken, bir virajda minibüsün kapısı açıldı. Abdülkadir kapı kenarında üstüne tünediği tabureden şarampole fırladı ve öldü. Hilmi Üstün’ün ise izini kaybettim. Nerede, ne yapıyor bilmiyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.