UMUT HAKİKATİ BİR SİS GİBİ SARDIĞINDA

  • 8.02.2015 00:00

 OTOBÜSTEYİM

    Sen gittin. Seninle ve sana ait olan her şeyle arama bir perde çektim. Niteliği, işlevi sürekli değişen bir perde bu. Bir tür korunma içgüdüsü de diyebilirsin. Perdenin öbür tarafına geçsem yokluğunun içine yuvarlanacağım. O tarafa bakmadan yaşamaya çalışmalıyım.

    Zeytin’i bana bıraktıktan sonra daha iyi anladım. Aslında ben kedileri sevmeyi bilmiyorum. Evde, vapurda, meyhanede garip bir beceriksizlik içindeydim.

    Gece otobüsündeyim. Yanımda yüzüne hiç bakmadığım, ancak oturup kalkarken gördüğüm biri var. Volkmeni yok. Sağ omzum üşüyor.

    Familyamız bu defa Musevi. Tatile çıkıyoruz, eğlenmemiz gerekir diye her şeye gülüyorlar. Çıkarcı,  bencil, sahtekâr bir grup. Ben gene böyle bir gece otobüsüyle güneye gidiyordum. Sevda güleç bir kız çocuğuydu. Sarı saçları, ağzından gövdeme yayılan nefesi vardı. Hesapsızdı.

    Otobüsten çıplak, dingin bir taşra kasabasına indim. Gün yeni doğuyor. Bu kızıllığa birlikte inecektik. Omzunun buğusu olacaktı yanımda. Kollarımda parmak uçların, uykulu doygun yüzün olacaktı. Yanlış anlama lütfen. Mızmızlanmak değil bu. Diyelim ki, otobüsteki klima Uzakdoğulu hatıraları getiriyor. Sen de olsan aynı şey gelirdi başına.

    İki saat sonra arkadaşım geldi. Çok sigara içtim, beni bağışla. İstanbul’da Zeytin’i teslim ettiğim meyhanedeki saatleri hiç sevmedim. Midem, mide kaslarım, mide kaslarım bana meydan okuyordu. Saatler geçti hala meydan okuyorlar. Arkadaşım bana uzak bir yerdeydi, yanında sevgilisi vardı. Fotoğraf çektirdik. Bildiğin meyhane fotoğraflarından. Kibar fotoğrafları sevmiyorum.

    Cuma cumartesiye çoktan ulanmış. Kendimin dışındayım. Perdeden tarafa bakmıyorum. Ama perdeyi ve ardındakini hissediyorum.

 

17 temmuz 1998 Cuma /Akçay

 

NORMAL NE, UZUN NE, FELAKET NE?

 

 ‘Normal’lere göre hapse düşmek, hele ‘uzun’ hüküm giymek ‘felakettir. İyi de, normal ne, uzun ne, felaket ne! Başlangıçta mahkûm için de böyledir. Hâkim soğukkanlılıkla hükmü okur. On sene, on beş sene, müebbet. ‘Normal’ mahkûmun bu hükmü duyduğunda ne hissettiğini asla anlayamaz. Bir yanı ‘normal’e benzer hapsedilmekten, hayattan koparılmaktan dehşete düşer. Gerçek te budur. Ama mahkûmun öbür yanı umuda, gerçekleşmesi imkânsız düşlere uyanır. O andan itibaren varlığı yarılmıştır. Umut hakikati bir sis gibi sarar.

    Ayrıldık. Sen ailenle tatile çıktın. Sözün, kararın bir değeri olmalıydı. Ben ikiye yarıldım. Varlığım hakikatin farkında, sen yoksun. Bir kararsızlığı yaşıyorsun. Ucu muhtemelen ‘yuvaya’ çıkacak bir yolda şaşkın, çaresiz bir kuşsun. Hâlbuki ben seni seviyorum, seni özlüyorum, seni istiyorum.

    Her biri, yıllara bedel uzun sevda aylarını geride bıraktık. Aşkı, sevgilini, kocanı tanıdın. Hiçbir şeyin başlangıçtaki gibi olmayacağını,  eskiye dönülmeyeceğini biliyorsun. Bunca  yaşanmışlık, bunca söz ve eylem. Bir yanın kendi özgürlüğüne, aşka –sevgilin ben olduğum için- bana açılıyor. Öbür yanın bitmiş, ölü bir ilişkiyi sürüklemeye, sevdayı redde,  inkâra açılıyor. Önce karar vermelisin. Sonra her şeyi birlikte göğüsleyebiliriz.

    Bütün bunların şu anda bir anlamı yok. Sonuçta sen yoksun. Kendi sularında boğulmandan korkuyorum. Gövdemi, yüreğimi, aklımı daha uzun, daha çetin yollara hazırlamalıyım.

    Üzüntülü, kederli, ama isyankâr değilim. Küntüm, matım. Yokluğunun ne anlama geldiğini düşünmekten korkuyorum, düşünmek istemiyorum. Başımı ‘O’ tarafa çevirmeden yaşıyorum. Gözlerinin içine bakma cesaretim olmasa da, yanı başımda birlikte yarattığımız aşkın varlığını hep hissederek yaşıyorum.   

Kendime uzak durmalıyım.

    Henüz alkollere sığınmadım. Kederli değilim. Salya sümük ağlamıyorum. Seni sevmek, senden bir şey talep etmek anlamına gelmiyor.

    Geçen gece, cumartesi olmalı, bir kâbus gördüm. Bu defa içinden çıkamadığım, kaçamadığım, aciz kaldığım kıstırılmışlık, ölümdü. Hayır, öyle korku filmlerindeki gibi beyaz kefenli hortlak falan değil. Kendisi yoktu, ama yoğun bir şekilde hissi vardı. Üç beş kişiydiler, tanımıyordum. Ama benimle ilgili bir şeyler konuştuklarını, yaşadıklarını hissediyordum. Konuştukları, yaşadıkları ölüme dair değildi. Adım gibi biliyordum. Gene de yoğun bir ölüm iklimi sarmıştı ortalığı. Ter içinde, çırpınarak uyandım. Ölüm atmosferi devam ediyordu. Tam uyansam kurtulacaktım, ama bir türlü tam uyanamıyordum. Böyle bir şey:

    Hoş geldin kâbus!

    Paylaştığımız anların, birlikteliğimizin beni pusuda beklediğini biliyorum. Ama hatıraların beliğimi zapt etmesine izin vermeyeceğim.

 

20 Temmuz 98 pazartesi Körfez  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.