Gerçekten akıl alır gibi değil.

Bu memlekette hukukun nasıl ayaklar altına alındığına dair çarpıcı örnekler gitgide çoğalıyor.
Ne yazık ki öyle.
Erdoğan iktidarı’nın hukuk diye bir derdi yok çünkü.
Hukukun sadece kendi iktidarına çalışmasını, yargının bağımsız olmaktan çıkıp sadece kendine biat etmesini istiyor.
Bu açıdan en taze örneğe gelince...
Kısa adı HSYK olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’yla ilgili seçimler şu günlerde ‘Erdoğan iktidarı’nın canını sıkıyor.
Kendilerine tam biat etmeyecek bir yapılaşmanın işaretleri yanıp söndüğü için öyle galiba.

’15-25 Aralık operasyonunu yapanlar
kazanırsa seçimler gayrimeşrudur!’

 Anlaşılan vaziyet tatsız.

Bu nedenle ‘Erdoğan iktidarı’nın sözcüleri, HSYK seçimlerinigayrimeşru ilan edeceklerine dair üstüste açıklamalar yapıyorlar.
Biri, AKP Meclis Grup Başkanvekili Mahir Ünal şunları söylemiş:

17-25 Aralık Operasyonu’nu yapanlar, bugün gözümüzün içine baka baka HSYK’da kendi kontrollerini sağlamak istiyorlar.
Bir grubun ya da zümrenin yargıyı ele geçirmek için oluşturduğu bu örgütlü koordinasyon isterse bu seçimleri kazansın, bizim için gayrimeşrudur.
Çünkü biz sandıktan milletin oyları ile çıkmış milletin iradesini temsil eden seçilmiş hükümetiz.
HSYK seçimleri ile ilgili önümüzdeki en büyük tehlike, iradesini nereden aldığı belli olmayan ve amaçları son derece açık olan bir zümrenin HSYK’yı yeniden ele geçirmeye çalışmasıdır.
Askeri darbelere karşı parlamento bugüne kadar ne yapmışsa, bugün de yargı darbesine karşı gerekeni yapacaktır.
Ne gerekiyorsa yaparız.” (Dünkü Hürriyet’te Nuray Babacan’ın haberi)

Seçim hoşlarına giderse meşru olacak

 AKP Grup Başkanvekili böyle buyururken, ‘Erdoğan iktidarı’nın baş sözcüsü, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ondan daha da sert çıkmış:

“Kaderimizi 12 bin kişi değil, 55 milyonun seçimi belirler.”
Ve HSYK seçimleri kendi istedikleri gibi sonuçlanmazsa, referanduma gideceklerini söylüyor Başbakan Yardımcısı Akdoğan.
Gerçekten akıl alır gibi değil. 
Lafı hiç dolandırmıyorlar.
O kadar pervasızlar ki.
Yüksek yargıdaki bir seçim hoşlarına giderse meşru seçimolacak.
Gitmezse gayrimeşru…
Kriterleri onlar koyacak.
Madem milletin oyuyla geldiler, o zaman yargıçlar da hukukun değil, ‘Erdoğan iktidarı’nın kriterlerine uyacak, onlara biat edecek.
Peki ama bu ülkenin anayasasında yargı bağımsızlığı yazmıyor mu?
Hukuk devleti yazmıyor mu?
Kuvvetler ayrılığı yazmıyor mu?
Yargıçlar kendi özgür iradeleriyle kendilerini yönetecek kurulları seçemeyecekler mi?
2010 referandumu bunun için değil miydi?

Yargıyı tehdit edebilen bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan

 Farkındayım.

Sözü gereksiz uzatıyorum.
Yargıtay Başkanlar Kurulu’na dönüp Haşhaşiler çetesi diyebilen bir Cumhurbaşkanı var Türkiye’nin.
HSYK seçimleri dolayısıyla yüksek yargıçları açıkça tehdit edebilen bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakanı var.
Başbakanlar artık mahkemelerde yargılanmayacak, sadecemillete ve Allah’a hesap verecek, diyebilecek kadar anayasa ve hukuku unutan -ya da hukuk formasyonundan bu kadar yoksun- bir Başbakanı var bu ülkenin.
O yüzden olanlara hiç şaşmamak daha doğru bir tavır değil mi?..

Anayasaya karşı fiili başkanlık rejimi

 Ayrıca, bu ülkenin anayasasında başkanlık sistemi de yazmıyor.

Parlamenter sistem geçerli Türkiye’de.
Ve mevcut anayasa uyarınca, bu ülke cumhurbaşkanı değil başbakan tarafından yönetilir.
Tersi, ‘anayasayı ihlal’dir.
Anayasayı hiçe saymaktır.
Öyledir ama Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildiğinden beri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı hiçe sayıyor.
BDDK’ya talimat verebiliyor.
Bankaları batık ilan edebiliyor.
İcranın başı olarak Başbakan’ın katılması gereken uluslararası toplantılara katılabiliyor, Başbakan’ın konuşması gereken konularda o konuşabiliyor.
Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısında şu satırlar vardı:

Anayasa'ya göre Türkiye'de icraatın başı Başbakan.

Peki fiiliyatta kim...
Bu sorunun cevabını kısmen New York'ta aldık.

Türkiye'nin IŞİD'e karşı koalisyonda yer alıp almayacağı sorusunun cevabını kim verdiyse o...
O kişi de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır.
Olay, Türkiye içinde kabul ettirildi. Şimdi sıra uluslararası planda kabul ettirilmesine geldi.
Ekim ayında Avustralya'da G-20 toplantısı yapılacak.

Dünyanın en büyük 20 ekonomisinin temsilcileri o gün orada toplanacak ve dünyanın gidişatı ile ilgili önemli kararlar alınacak.
Geleneksel olarak bir de aile fotoğrafı çektirilecek.
Şimdi dikkat...
Bu toplantının açılmış uzun adı şöyle:

İcra başkanları toplantısı…

Yani 20 ülkede icraatın başında kim varsa fotoğraf karesine o girer.

Türkiye'den o kareye bugüne kadar istisnasız hepbaşbakanlar girdi. Bunun son 10 yılında o karede hep Başbakan olarak Tayyip Erdoğan poz verdi.

Peki gelecek ay oraya kim gidecek...

Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce hükümette şöyle bir karar alınmış.
Seçimin sonucu ne olursa olsun bu toplantıya Tayyip Erdoğan katılacak.
Böylece Anayasa'ya karşı olsa da, fiilen başlayan başkanlık rejimimiz orada uluslararası düzeyde tanınmış olacak.

Başbakan’ın görüşmek üzere
olduğu Mısır’I topa tutan Cumhurbaşkanı

 Bu bakımdan, yani Türkiye’yi Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mıyönetiyor sorusuna ilişkin en taze örnek önceki gün New York’ta yaşandı.

Türkiye ve Mısır Dışişleri bakanları uzunca bir aradan sonra ilk kez bir araya geleceklerdi.
İki ülke arasında dondurulmuş olan -ve Türkiye’yi de Ortadoğu’da biraz daha yalnızlaştıran- ilişkiler, bu buluşma sayesinde hareketlenecekti.
Doğru yolda bir adımdı.
Anlaşılan o ki, bu adım hükümette kararlaştırılmıştı. Başbakan Davutoğlu’nun habersiz olması elbette düşünülemezdi.
Ama sonra ne oldu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Mısır’ı topa tuttu.
Mısır Dışişleri de zehir zemberek bir bildiriyle buluşmayı iptal etti.

Türkiye’nin tepesinde tek adam var

Evet, Türkiye’yi kim yönetiyor?
Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı diye sormak herhalde gereksiz.
Türkiye’nin tepesinde bir tek adam var.
Hukuk dahil, yargı dahil her şey kendisine hizmet etsin, kendisine biat etsin isteyen bir tek adam…
Uzun lafın kısası:
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!