- 4.11.2012 00:00
Cengiz Çandar’ın yeni kitabı. Sanki karşımda oturmuş, hiç soluk almadan konuşuyor. Tipik Cengiz. Ama dinletmesini biliyor. Su gibi akıp giden kırk yıllık bir yolculuğun büyüleyici öyküsü her durakta insanı biraz daha içine çekiyor ve de yalnız dünü değil, elbette bugünü de düşündürüyor.
Mezopotamya Ekspresi, Bir Tarih Yolculuğu... Cengiz Çandar’ın yeni kitabı.
Sanki karşımda oturmuş, hiç soluk almadan konuşuyor. Tipik Cengiz. Ama her zamanki gibi dinletmesini biliyor.
Su gibi akıp giden kırk yıllık bir yolculuğun büyüleyici öyküsü her durakta insanı biraz daha içine çekiyor ve de yalnız dünü değil, elbette bugünü de düşündürüyor, o hiç bitmeyen tarihi ve coğrafi referanslarla, rengarenk tasvirlerle...
Yolculuklarda öyledir Cengiz.
Haritayla tarih kitabı elinden hiç düşmez. Bir etrafa bakar, bir haritaya göz atar, sonra birkaç sayfa okur, yanındakiyle de mutlaka paylaşır, böylece yazısına başka bir derinlik kazandıracağını iyi bilir.
Sanıyorum 1969’da tanıdım Cengiz Çandar’ı. Ankara’da, Kızılay’da, Adakale Sokak’taki Türk Hukuk Kurumu’nun bulunduğu apartmanın ikinci katındaki karşılıklı dairelerde devrimci faaliyet içindeydik.
Benimki Devrim dergisiydi. Doğan Avcıoğlu’nun yanında fedai yazı işleri müdürü olarak çalışıyordum, ‘askeri darbeyle devrim yolu’nun açılacağını sanarak...
Cengiz Çandar da, karşı dairedeki İşçi Köylü gazetesi ve beyaz Aydınlık dergisiyle BaşkanMao’nun yolundaydı. Ara sıra karşı dairedeki Devrim bürosuna uğrar, alaylı bir dille bizim darbeci damarımıza basardı:
“Karşı Devrim nasıl?..”
Ama sonra ne ‘cuntacı’lığımız, ne ‘Maocu’luğumuz kaldı. 1971’in 12 Mart Muhtırası’yla hepimiz çil yavrusu gibi dağıldık. Kimi hapsi, kimi idam sehpasını boyladı, kimileri için de uzun, acılı sürgün dönemi açıldı.
Cengiz Çandar’ın ‘Tarih Yolculuğu’ aynı dönemde, yani kırk yıl önce Türkiye’deki askeri darbeyle başlayacaktı. Filistin’de, bir Filistin gerillası olarak Mezopotamya Ekspresi’ne binecek, bugünlere kadar Ortadoğu’da basmadık yer bırakmayacaktı.
Her durakta ne olup bittiğini yalnız aklıyla değil, aynı zamanda yüreğiyle de anlamaya çalışacaktı. Hem düşünecek hem hissedecek, öyle yazacaktı, duygularını hiç eksik etmeyecekti.
Bu yolculuğun bir bölümünü, Cumhuriyet gazetesi yıllarında ben de yakından izleyecektim. İzlerken de, özellikle 1980’in heyecanlı yıllarında Cengo’yla birlikte gazeteciliğin keyfini çıkaracaktım.
O Beyrut’ta, Şam’da, Kudüs’te, Bağdat’ta, Tahran’da anababa günlerinin ateşi içinde koştururken, ben de İstanbul’da onun haber ve yorumlarını Cumhuriyet’te en iyi biçimde değerlendirmeye çalışacaktım.
Kitabı okurken, hele o hiç unutamadığım “Beyrut Bir Aşktır!” yazısına rastlayınca, o güzel yılları bir kez daha anımsadım.
Hatıralar dipsiz kuyu gibi...
Yanlış anlamayın.
Cengiz Çandar’ın 640 sayfalık tuğlası, sadece bir anı kitabı ya da kişisel tarih değil, aynı zamanda son derece güncel bir kitap.
Bugün Ortadoğu’yu, bölgemizi altüst eden tüm sorunların kökleri, tarihsel çerçevesi son derece yalın, anlaşılır bir dille anlatılıyor bu kitapta. Hem bizim ülkemizin devrimci bir kuşağının heyecan dolu serüvenini öğrenirken, aynı zamanda Ortadoğu’da sınırların bir zamanlar nasıl çizildiğini, bugün yeniden nasıl çizilebileceğine dair ipuçlarını -belli başlı oyuncularla birlikte- ele geçiriyorsunuz.
Hatta, Ortadoğu’yu dünü ve bugünüyle daha iyi anlamanın anahtarlarından biridir diyebilirim bu kitap için...
Fokur fokur kaynayan Irak’ı, Suriye’de yaşanan cehennemi biraz olsun anlamak ve Türkiye’yle Ortadoğu’nun Kürt sorunu nedir sorusuna dünü ve bugünüyle akıl erdirmek isteyenlerin başucu kitabı olabilir.
Kitabın güzel bir tarafı daha var. Yalnız anlatmıyor, yalnız sergilemiyor, aynı zamanda neyin nasıl olması gerektiğine, -özellikle Türkiye’nin Kürt sorununda- ‘çözüm’e de işaret ediyor, olanca açıklığıyla.
Kitabın sonlarındaki şu üç paragrafın altını, bugün Türkiye’yi yönetenlerin dikkatle okumaları temennisiyle çiziyorum :
“Tarih, Ortadoğu’da artık çok hızlı yol alıyor. Türkiye, tarihin hızına ayak uydurabilmek için ya Kürt sorununu çözecek ya da Kürt sorunu Türkiye’yi çözecek.” (s. 621)
“Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesinin ‘olmazsa olmaz’ şartı, Türk-Kürt eşitliğini hem zihni ve hem de idari yapısında gerçekleştirmesidir. Zihniyet sınırlarını aşabilen bir Türkiye, Batı’nın bölgeyi bölerek Birinci Dünya Savaşı sonunda çizdiği tüm sınırları da aşacak, anlamsız bırakacaktır.” (s. 630)
“2011’den sonra, daha da küçülmeye mi, yoksa yaklaşık yüz yıldır var olan bölünmenin üstesinden gelmeye doğru mu yol alıyoruz?” (s. 630)
Eline sağlık Cengo.
İyi pazarlar!
Yorum Yap