Erdoğan, proto-faşizm içinden konuşuyor

  • 31.05.2012 00:00

 1 Mayıs tartışmasına kısa bir ara vermek pahasına, güncelliğe dönmek istiyorum.

Uludere ve kürtaj, derece derece AKP’nin, hükümetin ve özellikle de başbakanın felâket derecede çuvalladığı iki mesele. Erdoğan’ın korkunç ötesi bir demeciyle, ikisini birbirine karıştırmayı da başardılar üstelik. Bir süredir Ahmet Altan’ın, sonra Murat Belge’nin işaret ettiği, Zülfü Dicleli’nin de adını “muhafazakâr hegemonya” koyduğu yeni sağ konfigürasyon, böylece kendini net bir şekilde ortaya koydu.

 
Daha önce de sık sık yaptığım gibi, zaten yazan yazıyor, ben kendi düşünce mecramdan yürüyeyim, diyemez oldum bir yerden sonra. Derdim, Uludere’den çok kürtajla. Hükümet açısından Uludere taktik bir batak, ya da öyle başladı; 34 vatandaşın “kazara” bombalanıp öldürülmesinin siyasî sorumluluğunu bir türlü üstlenemeyip gereğini yapamamak, zamanla tam bir rezalete dönüştü. Tabii ki son tahlilde bunun da ideolojik bir zemini var ve başbakan ne kadar esip gürleyerek mazeret bulmaya kalkarsa, Kürtleri insan yerine koymayan Türk ırkçı-milliyetçiliği de o kadar fazla sırıtıyor. Gene de burada, politik oportünizmin önde gittiğini, ideolojinin onu izlediğini sanıyorum.

Öte yandan kürtaj benim için bir bakıma çok daha korkutucu, zira tamamen ideolojik. Hele Erdoğan’ın, kürtajı Türkiye’ye karşı uluslararası bir komplo gibi gösteren sözleri, hayır, öyle sadece monoteist bir köktencilikten değil, Müslüman bir ataerkillikten de değil, onlarla da karışan çok daha modern, derin ve karanlık bir kaynaktan 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarının unutmaya yüz tuttuğumuz proto-faşizminden süzülüp yükselerek satha çıkıyor.

Neden bahsediyorum ? Faşizm ve Nazizm gökten zembille inmedi. Tarihteki her şey gibi, onların da arkaplanları ve başlangıçları vardı. William Shirer, üzerinden altmış yıl geçmesine karşın değerini pek yitirmeyen The Rise and Fall of the Third Reich’ın 4. bölümünde, Mein Kampf’a yansıdığı şekliyle “Hitler’in kafası”nın bu “kökler”ine eğilir. Ne ki, Shirer belki biraz fazla partikülarist ve “anti-Alman”dır; özellikle bazı zihniyet yapılarını sırf 19. yüzyıl Almanyası ve “Prusya yolu”na özgü gibi görür. Oysa Mark Mazower, Faşizm ve Nazizmin hiç de “Batı”nın ana mecrasına yabancı ve marjinal olmadığı; tam tersine, büyük ölçüde ortak bir fidelikten fışkırdığına (zaten zafere ulaşmalarına ramak kaldığına) işaret eder (Dark Continent, Önsöz).

* 1870-1914’ün Yeni Emperyalizm çağıyla birlikte sağa kayıp sertleşen, saldırganlaşan milliyetçilikler. Irkçılık ve bir tür alt kolu olarak anti-semitizm. Doğadaki “hayat mücadelesi”ni insanlar âlemine, sınıflar-arası ve ülkeler-arası ilişkiler alanına taşırken “ırk” ve “millet” kategorilerini biyolojik “tür”lerin karşılığı gibi gösteren Sosyal Darwinizm sahte-bilimi ile onun “ırk sağlığı” (eugenics = öjeni) uzantısı.

* Bir yanda, radikal modernizmin makina uygarlığı fetişizmi; dolayısıyla, insanlığın bütün geçmiş kültür ve ahlâk birikimine karşı nihilist, yıkıcı, yokedici tavrı (Fütürizm). Onunla içiçe, Ortaçağı özleyen bir Romantizmin mistisizmi, kaderciliği, ölüm tutkusu ve bütün kurallara boş vermiş bir maceracılık, serdengeçtilik hayalleri (Carmina Burana’daki gibi yeraltı şiirlerinin fatalizmine SS’lerin hayranlığı). İkisinin toplamında, kırıp dökücü bir savaş ve kavga tutkusu (Ezra Pound’un Sestina’sında bir derebeyinin sancaktarına haykırışı : Gel, Papiols, bu çürümüş barış diyarlarından kaçıp, at binelim kılıç çalalım kan akıtalım).

* Liberalizme tepki içinde tekrar yükselişe geçen otoriter devlet yüceltmeciliğinin uç noktasında, “üstün insan” arayışı. Şahsî bilinç, vicdan ve sorumluluğunu böyle kadir-i kül bir Lidere emanet edip O’nun emrine girerek (Führerprinzip) varlığını kollektif içinde eritme arzusu (örn. Andımız : Varlığım Türk varlığına armağan olsun).

Evet, bu ve benzeri unsurlar 20. yüzyılın ilk çeyreğinde çok yaygındı ve bugün proto-faşizm (ön-faşizm) dediğimiz halitayı oluşturuyordu. Neredeyse beş yıl önce, Taraf’ın daha ilk günü, ilk yazımda yazmıştım bunları; Mütevazi bir kitap listesi önermiştim (15 Kasım 2007), o sırada askerî vesayet altında ve “diktatörlüğün manevî evreni”nde yaşayan Türkiye’yi Weimar Cumhuriyeti ile mukayese içinde düşünmeye başlamak için. Burada sırf bir benzetme değil, aynı zamanda bir devamlılık söz konusuydu, çünkü İttihatçılar ve Kemalistler için de aynı fikir mirası çok önemliydi. Emperyalist Büyük Devletler karşısında yüzde yüz mazlum, yüzde yüz haklı bir dâvânın sahibi değildi, ister ilk, ister (azıcık budanmış haliyle) ikinci nesil Türk milliyetçileri. Hele 1918’e kadar, kendilerinin de enikonu bir imparatorluğu vardı ve millet-i hâkime olarak, diğer halkları ezip bağımsızlık mücadelelerini bastırmakla; 1919’dan sonra ise ulus-devlet kurarken “yabancı” kalıntılarını etnik temizliğe tâbi tutmakla meşguldüler. Ve bütün bunlar Prusya tipi yetişmeci, tepeden inmeci, “üçüncü yol”cu bir militarizm, militer bir modernizasyon çerçevesine oturmaktaydı.

İşte bu bağlamda ve bu kanallarladır ki, 20. yüzyıl başlarının Avrupa ön-faşizmi, daha çok Almanya üzerinden gelip yerlileşti, “Türk düşüncesi” dediğimiz şeye nüfuz etti. O kadar zehirli bir tortu bıraktı ki, bakıyorsunuz, askerî vesayeti önemli ölçüde tasfiye eden başbakan bile aynı zihinsel hapishaneye düşmüş; farkına varsın varmasın, “ürememizi önleyerek bizi demografik çöküşe uğratacaklar” gibi çok eski korkuların içinden konuşuyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums