(4) Nâzım Hikmet

  • 5.05.2012 00:00

 Talât Ulusoy’un, bütün bir toplumla birlikte Hasan Tahsin’in de İttihatçılıktan soğumasına ilişkin araştırması, beni Taraf’ın ilk günlerine götürdü. 12 Mart’ta kalabalık bir grup olarak yargılanmış; sonradan TİİKP Dâvâsı : Savunma (1974) başlığıyla, kitap halinde yayınlanan bir siyasî savunma metnini topluca imzalamıştık. Bu gazetedeki 14. yazımda (29 Aralık 2007 : Doğu Perinçek ve haksız İsviçre mahkûmiyeti) oradan şu alıntıları yaptım : “İttihat ve Terakki iktidarı halk yığınlarının yükselen mücadelesini bastırdı” (s. 127). “İttihatçı kompradorlar...” (s. 129). “Komprador feodal diktatörlük [= İTC] ... Doğuda yüz binlerce Ermeniyi katletti, geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetlerine çeşitli baskılar uyguladı” (s. 129). Ve sordum ve gene de soruyorum : 1990’ların ortalarında aktedilen özel, gizli bir teslimiyet ve işbirliği anlaşması yoksa, buradan devletçi milliyetçiliğe nasıl sıçranır, nasıl Ergenekoncu olunur, 1915 faciasının “emperyalist yalan” olduğuna nasıl gidilir ?

Meğer biz, TİİKP Savunması’nda, Hasan Tahsin’in 1918-1919’da Hukuk-u Beşer’de yazdıklarına çok benzer değerlendirmelerde bulunmuşuz. Ama sonra, artık derin devlete hizmet arzetmek isteyen birileri bu “ideolojik kambur”dan da kurtulmak gerektiğine karar vermiş. Talât Ulusoy’u okurken bunları tekrar düşündüm.

Gene aynı “emperyalist yalan” yalanına karşı, 5-10-12 Ocak 2008’deki 16-17-18. yazılarımı da Ermeni sorununda Nâzım’ı tanık göstermeye hasretmişim. Nâzım’ın, 1908-45 arası Osmanlı-Türk toplumunun “kültürel mahremiyet”ine vukufunu vurgulamışım. Özel olarak Enver, Talât ve şürekâsından ne kadar nefret ettiğini hatırlatmışım : “Biz ki İstanbul şehriyiz, / Seferberliği görmüşüz: / Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, / vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi / bir de İttihatçılar / bir de uzun konçlu Alman çizmesi / 914’ten 18’e kadar / yedi bitirdi bizi.” Bozkırdaki bir hapishaneden (1908-9’dan kalma) 33 yıllık bir gazete parçasını okumaya çalışan dört kişinin ağzından, Adana katliamını canlandırışına değinmişim : “Adana kıtali köylere... Tarsus sokakları cesetle doludur...” Oradan, Nâzım’ın Çolak İsmail diye hayli berbat birini anlatışına geçmişim : Yozgat taraflarına jandarma gitti. / Ve Ermeniler kesilirken / kana battı göbeğine kadar. / (...) / Seferberlik bitti, / döndü köye, / kemeri: küpe, bilezik ve gümüş mecidiye dolu.

Demek, demişim, Nâzım’a göre bu diyarların toplumsal belleğinde “Ermeniler kesilirken” diye tarif edilen bir dönem ve o katliamda kemerini doldurup köşeyi dönen silâhlı-külâhlı, “domuzuna yiğit” tipler var. Bugün de doğu ve güneydoğuyu gezerken bazı evlere gidersiniz; duvarda asılı palalar için “bunların üzerindeki kan Ermeni kanıdır” denir; sonra bazı kuyular gösterilir, “Ermeniler buraya atılmıştı” denir. Bunu özel olarak söyler ama asla ortalıkta dile getirmezler. Gene de herkes bilir bu gizli tarihi.

Ancak bütün bunlardan sonra, Nâzım’ın bu konudaki en çok bilinen pasajına gelmişim (o sırada, Fazıl Say’ın sansürlemesi yüzünden meşhur olan altı dize). Nâzım 13 yıl sonra hapisten çıkmış, yeni karısı Münevver’le ev kurup hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bir “Akşam Gezintisi”ne çıkarlar (şiirin adı budur): mahalleye bakıp düşünür : Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış. / Affetmedi bu Ermeni vatandaş / Kürt dağlarında babasının kesilmesini. / Fakat seviyor seni, [= Nâzım’ı] / çünkü sen de [Nâzım]affetmedin / bu karayı sürenleri Türk halkının alnına.

Sonuçta, budur işte Nâzım’ın yargısı; Türk halkının alnına kara bir leke sürülmüştür ve sürenleri affetmemek gerekir. Bir şey daha aktaracağım, dört yıl önce yazdıklarımdan, gene resmî belleğin toplumsal belleği aşağı itmesiyle ilgili. “Yıl 2004. Robert 64’lülerin 40. mezuniyet yıldönümü. 2000 Ekim’inden beri ‘bednâm’ım ya bu konuda. Bir grup etrafımı alıyor; yıllardır yurtdışında profesör olan bir sınıf arkadaşım (ismi saklı) başlatıyor sohbeti : ‘Halil, gerçekten oldu mu bu ?’ Açıklıyorum dilimin döndüğü kadar. Sonunda kafa sallıyor. ‘Evet,’ diyor, ‘benim çocukluğumda dedem de söylerdi zaten, bütün bir gün boyunca, üzerinde beyaz kasap önlüğü, kolları bağlı önüne getirilen Ermenileri nasıl yalağa dayayıp boğazlarını kestiğini.’ Bir makine mühendisi ekliyor : ‘Bizde de Ermenilerin bir gün bağlanıp kamyonlarla nehre götürüldüğünü ve sonra kamyonların boş geldiğini anlatırlardı’” (bkzWeimar Türkiyesi, s. 57-58).

Eh, diyeceğim, madem aile tarihiniz, ne soruyorsunuz bana, gerçekten oldu mu diye ? Ama biliyorum da cevabını. Perşembe günü anlatmaya çalıştığım gibi, işte o resmî belleğin çektiği kırmızı çizgiler, insanları bildiklerinden dahi şüpheye düşürebiliyor. Ya da, “onlar da bize yapmıştı” gerekçesi, olmuş olana olmadı demeyi kabul edilebilir hale getiriyor.

Bu yakınlarda Timothy Garton Ash gelip gitti; 5 Nisan’da Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde yapılan bir düşünce ve ifade özgürlüğü panelinde birlikte yer aldık. Türkiye’de düşünce özgürlüğünün (veya özgür düşünmenin) sadece “dış yasak”ları değil, asıl “iç sansür”ü ve katmanlaşmış bir “ikilidüşün”ü aşma meselesini olduğunu, buzdolabından çıkardığım bu “Kolej hikâyesi”yle anlatmaya çalıştım. Birileri aaa, dedi, hiç bilmiyorduk, yaz bunu. Yazdım, dedim, 2008 başında (ama o zaman Taraf yeni 10-12 bine çıkmıştı). Sen boşver, bir daha ve bir daha yaz, gene yaz ve gene yaz dediler. İşte yazmış oluyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums